DİL VE ANLATIM
12.SINIF KONULARI

Şiir

Duygu ve düşünceleri ölçülü ve kafiyeli olarak anlatma yoluna “nazım” denir. “Nazım” sözcüğünün sözlük anlamı “dizmek, düzene koymak’tır. Duygu ve düşüncelerin, insan ruhunda ürpertiler uyandıracak biçimde, ölçülü-ölçüsüz, kafiyeli-kafiyesiz olarak genellikle dizeler hâlinde anlatılan şekline ‘şiir’ denir.

Şiirler eskiden ölçü ve kafiye sınırları içinde yazılırdı ancak günümüzde bunlar şiir için bağlayıcı unsurlar olmaktan çıkmıştır. Şiir, bir ana duygu etrafında örgülenir. Diğer kompozisyon türlerinde olduğu gibi şiir de bir plana sahiptir. Ancak her ölçülü ve kafiyeli metin, şiir değildir. Şiirde “duygu’ temel unsurdur ama duygunun dışında ‘düşünce” ve “hayal” de vardır. Şiirde “sanat” öğesi ağır basar. Bu bakımdan şiirde sözcük seçimi öne çıkar. Aslında şiir, sözcüklerin ahenk oluşturacak şekilde bir araya getirilmesinden oluşur. Şiir yazana “şair” denir. Halk şiiri yazan ve bunu çalıp söyleyene de “ozan” denir. Günümüzde ise “şair” yerine “ozan” sözü de kullanılmaktadır.

1. Nazım Birimi

 - Dize (Mısra)

Şiirde her satıra dize (mısra)” denir. Arapça kökenli bir sözcük olan “mısra”nın Türkçedeki karşılığı “dize”dir. Dize, şiirin temel birimidir. Bütün şiirler dizelerden meydana gelir. Bir dize, nesirdeki cümlenin karşılığı sayılır.

Bir şiire bağlı olmayan ve başlı başına bir anlamı olan dizelere “mısra-ı âzâde (bağımsız dize)” denir. Gerek bir şiire bağlı gerekse bağımsız nitelikte olan öz ve güzel anlamlı, kolayca ezberlenip hatırlanabilen, sağlam kurulmuş dizelere “seçkin dize” anlamında “mısra-ı berceste” veya “şah mısra” denir. Halk şairleri dize için genellikle“satır” terimini kullanır. Bir beytin birinci dizesine “üst satır”, ikinci dizesine ise “alt satır” denir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait olan aşağıdaki “Sabah” şiirine ait bölüm 6 dizeden oluşmuştur.

Serin rüzgârlara pencereni aç!
Karşında fecirle değişen ağaç.
Bak, seyret ağaran rengini ufkun
Mahmur gözlerinde süzülsün uykun.
Bırak saçlarınla oynasın rüzgâr,
Gümüş çıplaklığı bir başka bahar

- Beyit

İki dizeden oluşan ve bir bütünlük gösteren bölümlere “beyit” denir. Divan şiirinin temel nazım birimidir. Aynı ölçüde ve anlamca birbiriyle ilgili yakın iki dizeden oluşur.

Şeyh Galip’e ait olan aşağıdaki gazel, 5 beyitten meydana gelmiştir.

Döktü omuzdan poşu saçağını
Açtı gönüller deli bayrağını

Ay yenisi gökte ne Ülker satar
Değmeyicek kestiği tırnağını

Gözceğizim boyamak ister benim
Al boyanıp kan ile dudağını

Saldı gönül illerine âfeti
Kurdu göz ırmağına otağını

Vermedi bir kimseye Gâlib geçit
Kanda çevirdiyse söz ırmağını

-Bent

İkinin üstünde bütünlük oluşturan dizelere“bent (küme, bölüm)” denir.

Ahmet Haşim’e ait olan aşağıdaki “Karanfil” şiiri üçer dizelik iki bentten oluşmuştur.

Yârin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
Rûhum acısından bunu bildil

Düştükçe vurulmuş gibi yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler

-Dörtlük

Dört dizeden oluşan kümeye “dörtlük”denir. Bir konu etrafında toplanmış dört dize kümesinden oluşan dörtlükler halk edebiyatının temel birimlerinden biridir. Bunlar, düzyazıdaki paragraf gibidir.

Necip Fazıl Kısakürek’e ait olan aşağıdaki “Beklenen” şiiri de iki dörtlükten meydana gelmiştir.

Ne hasta bekler sabahı.
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,

Gönlüm ona pervane kesildi

-Kıt'a

Bir şiirde ikiden fazla dizenin (3, 4, 5…) oluşturduğu bölüme “bent” veya “kıt’a”denir. Nazım birimi için yaygınlıkla ve yanlışlıkla (galat-ı meşhur) kıt’a sözcüğü de kullanılır. Aslında kıt’a Türk edebiyatında bir nazım biçiminin adıdır. Kıt’a ile dörtlük karıştırılmamalıdır. Dörtlükte dört dize vardır. Kıt’a da ise dörtten az veya fazla dize bulunabilir.

Arif Nihat Asya’ya ait olan aşağıdaki “Anne” şiiri kıtalardan oluşmuştur.

İlk kundağın
Ben oldum, yavrum;
İlk oyuncağın
Ben oldum.

Acı nedir
Tatlı nedir… bilmezdin
Dilin damağın
Ben oldum.
Elinin ermediği
Dilinin dönmediği
Çağlarda, yavrum
Kolun kanadın
Ben oldum
Dilin dudağın
Ben oldum.

Belki kıskanırlar diye
Gördüklerini
Sakladım gözlerden
Gülücüklerini…
Tülün duvağın
Ben oldum!

Artık isterlerse adımı
Söylemesinler bana
‘Onun Annesi’ diyorlar…
Bu yeter sevgilim bu yeter bana!

Bir dediğini iki
Etmiyeyim diye öyle çırpındım ki
Ve seni öyle sevdim sana
O kadar ısındım ki
Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim
Gün oldu kırdın…
İncinmedim;
İlk oyuncağın
Ben oldum.. Yavrum
Son oyuncağın
Ben oldum…

 

Layık değildim
Layık gördüler
Annen oldum yavrum
Annen oldum!

-Nazım şekli 

Bir yapıt ya da yazınsal yaratının dışsal yapısına, içerik dışında kalan öğelerine“biçim (şekil)” denir. Manzumelerin uyak örgüsü, nazım birimi, ölçüsü ve konusuna göre kazandığı dış özelliğin genel adına ise“nazım biçimi (şekli)” denir.

Halk edebiyatında nazım biçimi olarak “destan, koşma, semai, varsağı, mâni, türkü, ilahi, nefes, şathiye vb.” kullanılmıştır.

Klasik Türk edebiyatında (divan edebiyatı) nazım biçimi olarak “gazel, kaside, mesnevi, mersiye, muhammes, müseddes, terbi, müstezat, terkibibent, terciibent, rubaî, murabba, şarkı, tuyuğ vb.” kullanılmıştır.

Tanzimat sonrası Türk edebiyatında ise Batı’nın etkisiyle yeni nazım biçimleri olarak “sone, terza-rima, serbest müstezat” gibi biçimler karşımıza çıkar.

-Şiirde Ahenk

   -Ölçü

 

  • Aruz Ölçüsü
  • Şiirlerdeki dizelerin, hecelerin uzunluk ve kısalık durumlarına göre hazırlanmış aruz kalıplarına, ses ahengi bakımından uymasını esas alan ölçüye “aruz ölçüsü (vezni)”denir.

    Aruz vezniyle yazılmış bir şiirin dizelerinde hece sayısı bakımından denklik aranmaz. Dize içinde hecelerin açıklık-kapalılık (kısalık-uzunluk) gibi ses değeri bakımından denk olması gerekir. Aruz, Arap edebiyatına ait bir ölçüdür. (Fars, İran) edebiyatına, onlardan da Türklerin İslâmiyet’i kabul etmesinden sonra Türk edebiyatına geçmiştir. Türk edebiyatında aruz ölçüsüyle yazılmış olarak elimizde bulunan ilk yapıt, Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgi) adlı eseridir.

    Bu ölçü, Türk edebiyatında özellikle divan şiirlerinde kullanılmıştır. Divan edebiyatı döneminde kullanılan klasik aruz ölçüsünün üç temel kuralı vardır:

    • Bir şiirde bir tek kalıp kullanılır, yani şiir hangi kalıpla başlamışsa o kalıpla biter.
    • Kafiye göz içindir yani kafiye yapılacak seslerin yazılış ve okunuşlarının aynı olması gerekir.
    • Kafiye yapılacak sözcüklerin aynı türden olması gerekir yani isimlerle isimler, fiillerle filler… kafiye oluşturabilir.

    Aruz, Arap diline dayanır ve bu dilin özelliklerine göre kullanılır. Türkçe, Arapçada olduğu gibi uzun sesler içermez. Bu nedenle aruzu kullanan şairler bazı sıkıntılar yaşamışlardır. Aruzun Türkçeye uygulanmasında birçok hata, zorlama görülür. Şairler şiirlerinde ölçüye uyabilmek için pek çok Arapça ve Farsça sözcüğü Türk diline sokmuşlardır.

    Tanzimat’tan sonra özelikle Fransız edebiyatı Türk edebiyatını da derinden etkilemiştir. Türk edebiyatı da değişmeye başlamış, aruz-hece tartışmaları ortaya çıkmıştır. Arap, Fars ve Türk şairleri tarafından ortak şiir tekniği olarak kullanılan aruz ölçüsünün temel kuralları 19. yüzyılda yıkılmıştır. Yeni bir aruz anlayışı ortaya çıkmıştır. Aruz bu dönemden itibaren Tevfik Fikret, Mehmet Akif ve Yahya Kemal ile tamamen Türk Aruzu’ hâline gelmiştir. 1908 yılında başlayan aruz-hece tartışmasından hecenin galibiyetle çıkması, dilde de sadeleşme akımını başlatmıştır. Cumhuriyet döneminde ise hece ölçüsü aruza kesin bir üstünlük sağlamış, çok yaygın şekilde kullanılmıştır.

    Aruz Heceleri

    Aruz ölçüsünde bütün sözcüklerdeki heceler, açık ve kapalı heceler olmak üzere iki kümede toplanabilir.

    a. Açık-kısa hece: “a. e. ı, i. o, ö, u, ü” sesli harflerinden biriyle (vokal) biter. Üstlerinde uzatma işareti bulunmaz. Açık heceler nokta işareti ile gösterilir. Ya-tı-lı A-ra-ba-lı A-na-do-lu Kö-yü-ne

    • Üzerinde uzatma işareti bulunmayan “a, e, i, u, ü” gibi yalnız bir ünlüden oluşan heceler açık hecedir.
    • Bir ünlü ve üzerinde uzatma işareti olmayan bir ünsüz harften kurulan “bu, sa, rü, to, de, kö” gibi heceler açık hecedir.
      “Kâğıt” sözcüğünün ilk hecesindeki “kâ” hecesinde olduğu gibi bir ünsüz ve üzerinde inceltme işareti bulunan heceler açık hecedir.
    • Ünlü harfte uzatma değil, inceltme işareti olmalıdır. Uzatma işareti olursa kapalı hece olur, uzun okunur.

    b. Kapalı-uzun hece: Uzun okunan ya da ünsüzle biten hecelerdir. Bu heceler tam ses değerindedir. Kapalı heceler çizgi işareti ile gösterilir. Kaç, gül, son, yük, â, û, î. Kapalı (uzun okunan) heceler değişik şekillerde oluşabilir:

    • Arapça ve Farsçadan gelen “â, û, î” gibi üzerinde uzatma işareti bulunan, sesli harflerden oluşan heceler uzun hecedir.
    • İçinde uzatma işareti ) bulunmayan seslerden meydana gelen, ünsüz bir harfle biten“al, es, uç, ot” gibi bir ünlü ve bir ünsüz harften kurulan heceler kapalı hecedir.
    • Ünsüz harfle başlayan ve üstünde uzatma işareti bulunan bir ünlü harfle biten “bâ, lâ, tû, sî” gibi heceler uzun hecedir.
    • Bir ünsüz, bir ünlü ve bir ünsüzden oluşan “yat, kıs, kin, gör, sev, son, dur” gibi heceler kapalı hecedir.
    • İki ünsüzün sonda ve yan yana bulunduğu “alt, ört, üst” gibi heceler kapalı hecedir.
    • Bir ünsüz harfin, bir ünlü harfin ve yan yana iki ünsüz harfin bir araya gelmesiyle kurulan “Türk, kork, yurt, sırt” gibi heceler kapalı hecedir.
    • “Dükkân” sözcüğünün ikinci hecesindeki “kân” hecesinde olduğu gibi bir ünsüz harf ile, üzerinde inceltme işareti bulunan bir ünlü harfin ve bir ünsüz harfin bir araya gelmesiyle oluşan heceler kapalı hecedir. Bunlar bir tam ses değerindedir. Seste uzatma değil, incelteme işareti olmalıdır.
    • Uzatma işareti olursa, hece bir buçuk ses değerinde olur.
    • Dize sonlarındaki bütün heceler, açık da olsa, kapalı hece sayılır ve çizgi (-) ile gösterilir.

    c. Birleşik hece: Arapça ve Farsçadan gelen bazı sözcükler birleşik hece sayılır. Bu hecelerin ses değeri bir tam ses ve bir yarım sestir. Yani bunlar bir buçuk ses değerindedir. Birleşik heceler bir çizgi ve bir nokta (-.) şeklinde gösterilir. âb, yâr, rûz

    • Arapça ve Farsçadan gelen, ilk harfi ünlü ve uzun olan, ikinci harfi ise ünsüz olan “âb, ûl” gibi heceler bir buçuk ses değerinde olan birleşik hecelerdir.
    • Arapça ve Farsçadan geçen, bir ünsüz harf ile, üzerinde uzatma işareti bulunan bir ünlü ve bir ünsüz harfin bir araya gelmesiyle oluşan “hâl, yâr, rûz” gibi heceler birleşik hece sayılır.
    • Arapça ve Farsçadan geçen bir ünsüz harf ile, bir ünlü ve iki ünsüz harfin bir araya gelmesiyle oluşan “çeşm, aşk, şevk” gibi heceler birleşik hece sayılır.

    Aruz Kusurları

    Aruz ölçüsünde esas olan, dizelerde alt alta gelen hecelerin, uzunluk-kısalık yani ses değeri bakımından denk olmasıdır. Türkçenin dil yapısı, aruzun bu özelliğine uymaz. Çünkü Türkçede uzun sesli harf yoktur. Dolayısıyla Türk şiirinde aruza ait bu denklik, her sözcükte sağlanamayabilir. Bu bağlamda, ses denkliğini sağlamak ve heceleri ölçüye uydurmak için bazı heceler değişikliğe uğratılır. Bu değişikliğe “aruz kusurları” denir.

    a. İmale (çekme, uzatma): Kısa olan bazı hecelerin ölçüye uydurulması için uzun okunmasına denir.

    b. Zihaf (kısma): İmalenin tersidir. Arapça ve Farsça sözcüklerdeki uzun heceyi, ölçünün gerektirdiği yerde kısa hece gibi okumaya denir.

    c. Med (kabartma): Aruzda ritim denen iç ahengi sağlamak amacıyla iki heceyi bir hece durumuna getirmek. yani bir tam sesi bir buçuk sese yükseltmektir. Med, her zaman bir uzun hece ve onu takip eden kısa hece arasında yapılır. Yani med, iki kapalı hece arasında bir açık hece bulunması gerektiğinde sonu bir uzun ünlü ve bir ünsüzle biten birinci heceyi imaleden biraz daha uzun okumaktır.

    d. Vasl (ulama, ulaştırma, liyezon): Kapalı bir heceyi açık hâle getirmek için, son hecesi ünsüz bir harfle biten bir sözcüğün, kendinden sonra gelen ve ilk hecesi ünlü olan sözcüğe kendiliğinden bağlanması ve iki sözcüğün tek sözcük gibi okunmasıdır. Ulama aslında bir kusur sayılmaz, çünkü şiirdeki musikiyi artırır.

    e. Kasr (kısaltma, inceltme): Uzun heceyi hafifletmek, inceltmektir. Aruzda uzun olan “mâh, şâh, nigâh” gibi bir sözcüğü hafifleştirerek “meh, şeh, nigeh” şeklinde okumaktır. “İstanbul” gibi kimi özel adların “Stanbul” şeklinde okunması da kasr ile ilgilidir.

    f. Sekt-i melih (Güzel kesme): Sözlük anlamı ‘güzel kesme’ dir. Yalnız “mef’ûlü mefa’ûlün” kalıbında yapılır. Bu parçalardaki “-lü” ve “me-” açık hecelerinin birleşerek bir uzun hece oluşturmasıyla bir uyum kesikliği meydana getirmektir. Bu durumda ölçü “mefûlün fa’ûlün fa’ûlün” biçimine girer.

    Takti

    Aruz ölçüsüyle yazılmış bir şiirdeki ölçüyü belirleyebilmek için şiiri oluşturan hecelerin (.) veya (-) işaretiyle gösterilmesine ve kalıplarının bulunmasına “takti denir. Takti, öçlünün parçalarını belirlemeyle ilgilidir. Dizenin son hecesinde açıklık-kapalılık aranmaz. Çünkü bu heceler her zaman uzun olarak kabul edilir ve çizgi ile (-) gösterilir. Takti yapılırken sözcükler başından, ortasından veya sonundan bölünebilir.

    Açılmaz ne bir yüz ne bir pencere
    Bakıldıkça vahşet çöker yerlere
     .  -  – / .  -  -  / .  -  – / . -
    fa’ûlün / fa’ûlün / fa’ûlün / fa’ül

    Aruz Kuralları

    • Bir şiirin ölçüsü bulunurken şu işlemler yapılır:
    • Farsça tamlama eki olan “mi” ile “ve” anlamındaki “ü, vü” bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir.
    • Bir şiirin vezni en az iki dizeden hareket ederek bulunabilir. Tek dizeye bakarak vezin bulunmaz.
    • Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en son o ihtimal düşünülür.
    • Aruzla yazılmış dizelerin son heceleri her zaman uzun sayılır.
    • Aruz ölçüsünde üç tane kapalı hece, yani kısa okunan hece yan yana gelmez çünkü buna uygun bir aruz kalıbı yoktur.
    • Aruz vezninde tef’ileler heceleri bölebilir. Hece ölçüsündeki gibi okuyuşta tefilelerde durgu yapılmaz.
    •  

      • Hece Ölçüsü

      Her dizedeki hece sayısının eşitliğine dayanan ölçüye “hece ölçüsü” denir. Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde ilk dize kaç heceden oluşmuşsa onu takip eden diğer dizeler de aynı sayıdaki heceden oluşur. Hece ölçüsündeki bütün heceler eşittir. Bu ölçüde açık-kapalı, uzun-kısa hece ayrımı yoktur.

      Her ölçü, bağlı olduğu dilin yapısından doğar. Hece ölçüsü Türk dilinin bir ürünüdür ve doğal olarak Türkçenin dil yapısına en uygun ölçüdür. Türklere aittir. Türk halk edebiyatının millî ölçüsü, hece ölçüsüdür. Türkler İslâmiyet sonrasında aruzla tanışana kadar hep bu millî ölçüyü kullanmışlardır. Türkler Anadolu’ya geçerken edebiyatlarını dolayısıyla da hece ölçüsünü de bu topraklara taşımışlardır. Özellikle halk edebiyatında ozanlar ve tasavvuf edebiyatındaki büyük sanatçılar hece vezniyle eserler vermişlerdir. Tanzimat döneminde ise hece vezni kent kültürüne de girmeye başlamıştır. Özellikle Namık Kemal, Ziya Paşa gibi sanatçılar bu ölçüye sıcak bakmışlar ancak şiirlerinin büyük çoğunluğunu divan edebiyatından alışkın oldukları aruz ölçüsüyle yazmışlardır.

      Ancak hece ölçüsü asıl taraftarlarını Miliî Edebiyat Döneminde bulmuştur. Tevfik Fikret’in çocuklar için yazdığı “Şermin” adlı eser, hece ölçüsüyle yazılan ilk eser sayılabilir. Sonra. Millî Edebiyatın öncülerinden kabul edilen Mehmet Emin Yurdakul’un sade dil ve hece vezniyle yazdığı ilk şiirleri 1897 de Servet-i Fünun dergisinde yayımlanmıştır. Servet-i Fünuncularla aynı dönemde eser vermesine rağmen heceyi en güzel şekilde kullanan bir diğer sanatçı da Rıza Tevfik Bölükbaşı olmuştur.

      1911 de Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem gibi Millî Edebiyatçılar hem dilde sadeleşmeyi hem de şiirde hece veznini savunmuşlardır. Millî Edebiyat akımının etkisiyle Beş Hececiler şiirlerini hece vezniyle yazmışlar ve bu ölçüyü geliştirmişlerdir. Cumhuriyet Döneminde artık aruz öçlüsü etkisini tamamen yitirmiş ve neredeyse bütün şairler şiirlerini hece ölçüsüyle yazmışlardır.

      Hece ölçüsünde iki temel özellik vardır.

      a. Dizelerdeki hece sayısı: Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün dizeleri eşit sayıda heceden oluşur. Dizedeki hece sayısına “kalıp” denir. Hece sayısının eşitliği o dizenin ölçüsünü, kalıbını gösterir. Bir dize kaç heceden oluşuyorsa o dizenin kalıbı odur. Örneğin bir dize yedi heceden oluşuyorsa o dize yedili hece kalıbıyla yazılmış demektir.

      Bu yol uzaktır (5 hece)
      Menzili çoktur (5 hece)
      Geçidi yoktur (5 hece)
      Derin sular var (5 hece)

      Yunus Emre’ye ait olan bu şiirin dizelerine bakıldığında her bir dizenin beş (5) heceden oluştuğu görülmektedir. Öyleyse bu şiir beşli (5′li) hece kalıbıyla yazılmıştır.

      b. Durgulanma ve durak: Hece ölçüsüyle yazılmış bir dizenin belli bölümlere ayrılmasına“durgulanma”, bu bölümlerin yerlerine de “durak” denir. Hece ölçüsündeki “durak”, aruz ölçüsündeki takti’nin karşılığı sayılabilir. Ancak “takti”de sözcükler başından, sonundan veya ortasından bölünebilirken hece ölçüsünde “durak” yapılırken sözcükler bölünmez.

      Durak, şiir okunurken kulakta uyumlu bir izlenim bırakan anlamlı söz öbekleri arasında yapılabilir. Durak yapılan yerlerde nefes alma imkânı doğar. Duraklar kalıp içinde (+) işareti ile gösterilir. Dizelerde durak yapılan yerler (/) işareti ile gösterilir. Hece sayıları ise rakamla gösterilir. Şiirdeki hece kalıbı ve duraklarında çeşitli alternatifler kullanılabilir.

      • Vurgulu hecelerden biri durağın sonuna getirilerek de durgulanma yapılabilir.
      • İkili, üçlü gibi az heceden oluşan dizeler duraksız okunur. Bu dizeler aslında tek duraklıdır. Dize başlar, biter ve ondan sonra durulur. Yani durak böyle dizelerde dizenin sonundadır.
      • Durakları her dizede değişen şiirler duraksız kabul edilir. Bununla birlikte aynı şiirde aynı hece ölçüsü içinde iki farklı duraklı kalıp kullanılabilir.
      • Hece ölçüsüyle yazılmış bir dizede 2-20 arasında hece vardır.
      • En çok 7, 8 ve 11 heceden oluşan dizeler kullanılır. Hece ölçüsünün kalıplarındaki durak sayısı en az 2, en çok 5 olabilir.
      • Bir dizede en fazla beş kez durak yapılabilir. Bir durağın kendi içindeki hece sayısı ise 1 ile 10 arasında değişir. Dizeler de duraklarına göre iki, üç, dört ve beş duraklılar olmak üzere dört grupta toplanabilir.
      • Bir şiirde ölçü aynı olabilir ama duraklar değişebilir, değişik duraklar kullanılabilir.

      Kar yağıyor / inceden (4+3)
      Gül açılır / goncadan    (4+3)
      Ben yâri / kıskanırım    (3+4)
      Yerdeki / karıncadan    (3+4)

      Bu anonim mani 7′li hece ölçüsüyle yazılmıştır ancak değişik iki durak kullanılmıştır. Bu maninin 1. ve 2., 3. ile 4. dizelerinde aynı durak sistemi kullanılmıştır.

      Tanzimat edebiyatı döneminde Abdülhak Hamit Tarhan, duraksız şiir denemelerine girişmiştir. Cumhuriyet Döneminde ise Cahit Sıtkı Tarancı ve Ahmet Muhip Dıranas, hece ölçüsüyle serbest duraklı şiirler yazmışlardır.

      Hece Kalıpları

      Türk edebiyatında, şiirlerde, hece sayısı ve durak şekillerine göre çeşitli hece ölçüleri kullanılmıştır. 2 heceden 20 heceye kadar çeşitlilik gösteren hece ölçüsü vardır. 5 ila 15 heceden oluşan dizeler yaygındır. Hece ölçüsünün bu çeşitleri, aruz kalıplarının karşılığı sayılabilir. Hece ölçüsünde en fazla kullanılanlar ise yedili, sekizli ve on birli hece kalıplarıdır.

      Erzurumlu Emrah’a ait olan aşağıdaki koşma ise on birli hece kalıbıyla (6+5=11) yazılmıştır.

      Hazan ile geçti gülşen ü bostan
      Eyler dertli bülbül zar garip garip
      Haraba yüz tuttu bezm-i gül-istan
      Ağla şimden gerü var garip garip

       

      • Serbest Ölçü
      • Dizelerinin oluşturulmasında herhangi bir ölçü birimi kullanılmayan şiirlerdir. Serbest tazrda yazılan şiirlerde aruz ölçüsü veya hece ölçüsü kullanılmaz. Dizeler serbest tarzda oluşturulur. Serbest şiirlerin bazı özellikleri vardır. Serbest şiirler,

        • Ölçüsüz ve uyaksız olabilir.
        • Ölçüsüz ancak uyaklı olabilir.
        • Nazım birimi (dörtlük, beyit, bölüm vb.) bakımından serbest olabilir.

        Nazım Hikmet Ran’a ait olan aşağıdaki “Seviyorum Seni” şiiri hem nazım birimi hem ölçü bakımından serbest bir şiirdir. Ancak şiirin bazı dizeleri kendi aralarında kafiyelidir.

         

        Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
        Geceleyin ateşler içinde uyanarak
        Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
        Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz
        Telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
        Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi
        İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
        İçimde kımıldanan bir şeyler gibi
        Seviyorum seni. “Yaşıyoruz çok şükür” der gibi.

        - Kafiye(uyak)

         

        • Yarım Kafiye
        • Dize sonlarındaki bir ses (harf) benzerliği ile oluşturulan uyaklara “yarım uyak” denir. Ses ilgisi en zayıf olan uyaktır. Yarım kafiyede, dize sonlarındaki sözcüklerde bulunan “b, c, ç, d, g” gibi sessiz harflerin benzeşmesi esastır. Ancak dize sonlarındaki sözcüklerde, üzerinde uzatma işareti bulunmayan “a, e, ı, i, u, ü” ünlü harfleriyle de yarım kafiye oluşturulabilir.

          Evlerinin önü çardak
          Elifin elinde bardak
          Sanki yeşil başlı ördek
          Yüzer Elif Elif diye

          Karacaoğlan’a ait olan yukarıdaki dörtlükte, dize sonlarında “çardak, bardak, ördek” sözcükleri bulunmaktadır. Bu sözcüklerdeki “k” sesleri benzer olup yarım kafiye oluşturmaktadır.

          Erkenden çağırır, ya deniz ya bahçe
          Her yerde tükenmez kahkaha, eğlence
          Daha uzak, uzak sanırsınız gece
          Bir de bakarsınız gün batmış, ay bedir

           

          Ahmet Kutsi Tecer’e ait olan yukarıdaki dörtlükte, dize sonlarında “bahçe, eğlence, gece” sözcükleri bulunmaktadır. Bu sözcüklerdeki benzer olan “e” sesleri ile yarım kafiye yapılmıştır.

          - Tam Kafiye

          Dize sonlarındaki iki ses (harf) benzerliğine“tam uyak” denir. Tam uyak, tam ses değerindedir. Tam uyağı oluşturan seslerin biri ünlü biri ünsüzdür. Ancak üzerinde uzatma işareti bulunan “â, û, î” sesleri ile yapılan uyaklar da tam uyak kabul edilmektedir. Çünkü uzatma işareti bulunan sesler tam ses sayılmaktadır.

          Bütün sevgileri atıp içimden
          Varlığımı yalnız ona verdim ben
          Elverir ki bir gün bana derinden
          Ta derinden bir gün bana “gel” desin

          Ahmet Kutsi Tecer’e ait olan yukarıdaki dörtlükte, dize sonlarında bulunan “içimden, ben, derinden” sözcüklerindeki benzer olan “en” sesleri tam kafiye yapılmıştır.

          Çiçek ülkesinden girerken yaza
          Örer her doğan gün bir altun koza

          Yukarıdaki dizelerin sonlarında yer alan “yaza, koza” sözcüklerindeki benzer olan “za” sesleri tam kafiye oluşturmuştur.

          Eski dilde okunuşu aynı olan sözcüklerin dize sonlarında bulunması kafiye oluşturur.

          Adalardan yaza ettik de vedâ
          Sızlıyor bağrımız üstündeki d
          Seni hatırlıyoruz Viranb

          Yahya Kemal Beyatlı’ya ait olan bu dizelerin sonlarındaki sesleri inceleyelim. İlk dizenin sonundaki “vedâ” sözcüğünün sonundaki “â” sesi uzun okunur. İkinci dizenin sonunda “dağ” sözcüğü ile üçüncü dizenin sonundaki “Viranbağ” sözcüklerinde bulunan “ağ” sesleri de “veda” sözcüğündeki “â” sesi gibi okunur. Bu bağlamda bu dizelerdeki (â, ağ, ağ) sesleri tam kafiye oluşturmaktadır.

          Üstünde uzatma işareti bulunan ünlüler iki ses sayıldığından tam kafiye oluşturur.

          Bir dize işittim yine ey şûh-ı dil ârâ
          Bir hoşça da bilmem ne demek istedi ammâ

           

          Nedim’e ait olan bu dizelerdeki “dil ârâ” ve “ammâ” sözcüklerinin sonlarındaki benzer olan “â” sesleri, tam kafiye oluşturmaktadır. Çünkü bu sesler uzun ünlüdür.

          - Zengin Kafiye

          Dize sonlarındaki ses benzerliği tam uyaktan daha çoktur. Yani en az üç ses benzerliği olan uyak türlerine “zengin uyak” denir. Birbirine benzeyen seslerin sıralanışında herhangi bir kural yoktur. Benzer ses sayısı üçü geçince uyumda zenginleşme derecesi artmaktadır. Ancak bir ünlü ve bir ünsüz harften oluştuğu hâlde ünlü harfin üzerinde uzatma işareti varsa bu kafiyeler de zengin kafiye sayılır. Çünkü üzerinde uzatma işareti bulunan “â, û, î” sesleri iki kısa ses kabul edilir. Dolayısıyla ortaya üç ses çıkmaktadır.

          Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
          Soğuk bir mart sabahı buz tutuyor her soluk

          Faruk Nafiz Çamlıbel’e ait olan yukarıdaki beyitte, dize sonlarında yer alan “yolculuk” ve “soluk” sözcüklerindeki benzer sesler “luk” sesleri vardır. Üç sesten oluştuğu için bu sesler dizelerde zengin kafiye oluşturmaktadır.

          Geçen her saat her geçen saniye
          Gök altun güğümdür coşan maviye

          Yukarıdaki dizelerin sonlarındaki “iye” sesleri, üç sesten oluştuğu için zengin kafiye oluşturmuştur. Üstünde uzatma işareti bulunan ünlüler bir ünsüzle birlikte üç ses sayıldığından zengin kafiye oluşturur.

          Bir hüsn dahi bağladı hattın izâr-ı yâr
          Etrâf-ı bâğ hûb olur olsa benefşe-zâr

           

          Bakî ye ait olan yukarıdaki beytin sonlarındaki benzer sesler “âr” sesleridir. Bu sesler de üç ses değerinde olduğu için zengin kafiye oluşturmaktadır.

          - Tunç Kafiye

          Uyağı oluşturan sözcüklerden birinin, diğer sözcüğün içinde tam olarak yer almasıyla oluşan uyak türüne “tunç uyak” denir. Tunç kafiyede sözcüklerden biri bağımsız bir sözcük, diğeri ise bunun son hecelerinden meydana gelmiş gibi aynı anlamlı bir sözcüktür. Tunç uyakta iki veya daha fazla ses benzerliği söz konusudur.

          Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
          Kavuşuruz sonu gelmez gündüze

          Necip Fazıl Kısakürek’e ait olan bu beytin ilk dizesindeki “düz” sözcüğü, ikinci dizenin sonundaki “gündüz” sözcüğünün içinde aynı seslerle yer aldığından bu dizeler tunç kafiyelidir, “-e” ekleri rediftir.

          Bursa’da eski bir cami avlusu
          Mermer şadırvanda şakırdayan su

           

          Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait olan bu beytin ikinci dizesindeki “su” sözcüğü, ilk dizenin sonundaki “avlusu” sözcüğünün içinde aynı seslerle yer aldığından bu dizeler tunç kafiyelidir.

          - Cinaslı Kafiye

          Dize sonlarındaki söylenişleri aynı fakat anlamları farklı sözlerin oluşturduğu uyak türüne “cinaslı uyak” denir. Sesteş sözcüklerle cinaslı uyak yapılır. Sesteş olmayan; ama okunduğunda kulağa aynı gelen sözlerle de cinaslı uyak yapılır. “Kuzusu – kuzu su” gibi.

          Kara gözler, kara gözler
          Kararmış kara gözler (gözlerin rengi)
          Gemim deryada kaldı
          Yelkenim kara gözler (kara parçasını beklemek)

          Yukarıdaki anonim dörtlükte geçen “kara gözler”; ikinci dizede gözün rengini belirlemekte; dördüncü dizede ise “bir yerin, kara parçasının gözlendiği, beklendiği” anlamını vermektedir. Okunuşları ve yazılışları aynı, ancak anlamları farklı olan sesteş sözcüklerle yapılan böyle kafiyeler cinaslı kafiyedir.

          Madem çoban değildin
          Arkandaki sürü ne (soru anlamı)
          Beni yârdan ayıran
          Sürüm sürüm sürüne (sürünmek fiili)

           

          Bu şiir de anonim bir mânidir. İkinci dizede “sürü” ve “ne” sözcükleri bir araya gelerek dördüncü dizedeki “sürüne” sözcüğüyle cinaslı kafiye oluşturmuştur. Dikkat edilirse, bu mânide cinaslı kafiye sesteş sözcüklerden oluşmamıştır. İkinci dizedeki “sürü ne” sözcüğü iki farklı sözcükten meydana gelmiştir. “Sürü” sözcüğü koyun, kuzu, keçi gibi hayvanlardan oluşan topluluktur.

          - Redif

          Mısra sonlarında, görevleri aynı olan eklerin ya da anlamları aynı olan kelimelerin tekrarlanmasına “redif” denir. Redifte kafiye aranmaz. Böyle durumlarda rediften önceki söz veya söz parçalarında kafiye aranır. Redifler daima dizenin en sonunda bulunur, yani kafiyeden sonra gelir. Bazı şiirlerde kafiye bulunmayabilir ama redif olabilir.

          Redifin sözlük anlamı “arkadan gelen ‘dir. Divan edebiyatında redifli şiirlere “müreddef” denmiştir. Redif, halk şiirinin en eski ve önemli öğelerinden biridir. Öyle ki halk şairleri pek çok şiirde kafiye örgüsünü bile redifle sağlamışlardır. Bazı şiirlerde dizenin ilk dizesindeki sözcüklerin dışında kalan sözcükler rediflerden meydana gelmiştir. Divan edebiyatında ise redifin en önemli özelliği, özellikle gazellere ve kasidelere isim vermesidir. Yani bazı kaside ve gazeller redifleri ile anılır. Fuzûlî’nin “su” redifli kasidesi gibi.

          Tanzimat, Servet-i Fünün ve Fecri Ati Dönemi şairleri divan şiirinin etkisinde kalarak yazdıkları şiirlerinde; Cumhuriyet Dönemi şairleri de halk şiirinin etkisiyle yazdıkları şiirlerinde redifi az da olsa kullanmışlardır. Ancak diğer şiirlerde redif eski önemini yitirmiştir.

          Redif Türleri (Çeşitleri)

          Redifler yapılarına göre “ekler ile yapılan redifler”, “sözcük ile yapılan redifler”, “sözcük grubu ile yapılan redifler”, “hem ek hem söz ile yapılan redifler”, “dize ile yapılan redifler” olmak üzere beş grupta toplanabilir.

          1. Ek İle Yapılan Redif: Eş görevli eklerin tekrarlanmasıyla oluşan rediflerdir. Türkçedeki yapım ve çekim ekleri kavranmadan, ek hâlindeki redifleri anlamak, bulmak çok zordur. Eklerle yapılan rediflerde görev ve anlam birliği aranır. Eklerin yazılışlarda ise ünlü uyumlarından kaynaklanan ufak tefek bazı değişiklikler olabilir. Bir de, karşılaştırılan bütün eklerin aynı türden olması gerekir. Ayrıca redif kafiyeden sonra gelir ve eklerde aranır.

          Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan
          Şimşek gibi, Türk atlarının geçtiği yoldan

          Yahya Kemal Beyatlı ya ait olan yukarıdaki beytin ilk dizesindeki “koldan” sözcüğünün kökü “kol” ismidir. Bu isme “-dan” ayrılma hâli eki gelmiştir. İkinci dizedeki “yoldan” sözcüğünün kökü “yol” ismidir. Bu isme de “-dan” ayrılma hâli eki gelmiştir. Dolayısıyla aynı görev ve anlamda olan “-dan” ekleri rediftir. Sözcüklerin köklerinde yer alan benzer sesler “ol” sesleri ise tam kafiye oluşturmaktadır.

          Ek ile yapılan rediflerde aranacak olan en temel nokta, karşılaştırılan dizelerdeki eklerin aynı görevde olmasıdır. Örneğin bir dörtlüğün ilk üç dizesinde “u-i” belirtme hâli eki olsun. Dördüncü dizede ise “-i” iyelik eki bulunsun. Bu durumda söz konusu eklere redif denemez. Çünkü eklerden biri bu redif birliğini bozmaktadır. Redif olabilmesi için karşılaştırılan bütün eklerin aynı türde, görevde ve anlamda olması gerekir. Bu örneğimizdeki eklerin redif olabilmesi için ya hepsinin “-i” hâli eki ya da hepsinin “u-i” iyelik eki olması gerekir.

          Boş geçirmeyelim gel bu çağları
          Dolaşalım sahraları, dağları
          Bir gün gazel döker ömrün yaprağı
          Eser sam yelleri dal yârelenir

          Âşık Daimi ye ait olan bu dörtlükteki “çağları” ve “dağları” sözcüklerinde bulunan “-ı” eki, bildirme hâli ekidir, “yaprağı” sözcüğündeki “-ı” eki ise iyelik ekidir. Dolayısıyla bu üç ekte görev ve anlam birliği yoktur. Yani bu ekler, bu dörtlükte redif değildir. Bu durumda bu ekler benzer sesler olarak değerlendirilir ve yarım kafiye olarak kabul edilir.

          Birden kapandı birbiri ardınca perdeler
          Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler

          Yahya Kemal Beyatlı’ya ait olan yukarıdaki dizelerin sonlarındaki “perdeler” ve “nerdeler” sözcüklerini inceleyelim. “Perde” sözcüğüne “-ler” çokluk eki gelmiştir. “Ner(e)de” sözcüğüne ise üçüncü çoğul kişi eki olan “-ler” eki gelmiştir. Yani bu ilki dizedeki “-ler” ekleri aynı görev ve anlamda değildir. Bunlar farklı iki ektir. Sadece yazılışları aynıdır. Öyleyse bu ekler redif değil, kafiyedir. “Perde” ve “nerde” sözcüklerinde “erde” benzer sesleri vardır. Sonuçta, yukarıdaki dize sonlarında benzer olan “erdeler” sesleri zengin kafiye oluşturmaktadır. Bu dizelerde redif yoktur. Bu dizelerdeki “-ler” eklerine redif demek yanlış olur.

          Ek hâlindeki rediflerde dikkat edilmesi gereken bir başka temel nokta da ses uyumlarından kaynaklanan ünlü değişiklikleridir. Örneğin bir dörtlüğün dizelerinin sonlarında “-di”li geçmiş zaman” eklerinin “-tı, -ti, -tu, -tü” şekilleri bulunsun. Şimdi bu dört ek yazılışça aynı gibi görünmemektedir. Ancak bu eklerin hepsinin görevleri aynıdır. Ünlülerindeki farklılık ise eklendikleri sözcüklere uyum sağlamalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü Türkçedeki ekler, sözcüklere ünlü uyumlarına göre ulanır. Bu durumda örneğimizdeki bu dört ek redif olur. Diyelim ki ilk üç dizedeki ekler geniş zaman eki olan “-r” olsun. Dördüncü dizedeki ek ise fiilden isim yapan ek olan “-r” olsun. Böyle bir örnekte bu eklerin dördü de yazılışça aynıdır ama görev ve anlamca üçü aynı, biri farklıdır. Dolayısıyla bu dört ek kendi aralarında redif oluşturmaz. Çünkü eklerle yapılan rediflerde önemli olan, eklerin görev ve anlamca aynı olmasıdır.

          Nice güzellere bağlandım kaldım
          Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
          Her türlü isteğim topraktan aldım
          Benim sadık yârim kara topraktır

          Âşık Veysel’e ait olan bu dörtlüğün ilk üç dizesinin sonlarındaki ‘kaldım, buldum, aldım” sözcüklerindeki “-m” ekleri kişi eki olduğu için rediftir. Bu sözcüklerdeki “-dı, -du, -dı” eklerinden biri diğerlerinden farklı görünmektedir. Oysa bu üç ek de aslında görülen geçmiş zaman ekidir. Öyleyse ünlü uyumundan kaynaklanan bir ses değişikliği söz konusudur. Yoksa görevleri aynıdır bu eklerin. Sonuçta, sözcüklerdeki bu ekler rediftir. Sözcüklerdeki benzer olan “l” sesleri ise yarım kafiyedir.

          Eklerle yapılan rediflerdeki bir diğer önemli husus ise kafiyenin sözcüklerin köklerinde, rediflerin ise eklerinde aranmasıdır. Bu kural bilinerek dizeler incelenirse redifler kolayca belirlenebilir. Örneğin “elim” ve “belim” sözcüklerinin kökleri “el” ve “bel” sözcükleridir. Bu sözcüklerdeki ortak sesler olan “el” sesleri tam kafiyedir. Bu sözcüklerin aldığı “-im” ekleri ise birinci tekil şahıs iyelik ekidir. Yani iki ek de aynı görev ve anlamdadır. Öyleyse bu örneğimizdeki ekler rediftir. Dikkat edilirse kafiye kökte, redif ise ekte bulunmaktadır.

          Rûhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli
          Değmesin ma bedimin göğsüne nâ-mahrem eli
          Bu ezanlar -ki şehâdetleri dinin temeli-
          Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli

          Millî şair Mehmet Âkif Ersoy’un yazdığı “İstiklâl Marşı”ndan alınan yukarıdaki dörtlükte, birinci, ikinci ve üçüncü dizelerdeki “-i” sesi redif değildir; çünkü ilk üç dizedeki “i” sesi iyelik ekidir ancak dördüncü dizedeki “i” sesi iyelik eki değildir. Buradaki ses “gereklilik eki olan “-malı, -meli” ekine aittir. Kafiye sadece üç dizede olsa idi o zaman bu ek redif olurdu. Ancak ilk dört dize karşılaştırıldığı için son dizedeki “i” sesi redifin gerektirdiği görev ve anlam birliğini uyumunu bozmaktadır. Öyleyse “emeli, mahrem eli, temeli, inlemeli” sözcüklerindeki ortak sesler olan “emeli” sesleri zengin kafiye oluşturmaktadır.

          2. Sözcük İle Yapılan Redif: Yazılışı, okunuşu, anlamı aynı olan bir sözcüğün dize sonlarında tekrarlanmasıyla meydana gelen rediftir. Ekler aynı görev ve anlamda olmak koşulu ile ünlü uyumlarından kaynaklanan bazı ünlü değişikliklerine uğrayabilir. Örneğin yönelme hâl ekleri olan “-a” ile “-e” ekleri dizelerin sonunda yer alırsa redif oluşturur. Ancak sözcük hâlindeki rediflerde ses değişikliği olmaz. Yani sözcük hâlindeki rediflerde tam bir yazım ve anlam birliği aranır.

          Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
          Yemek verdi ekmek verdi et verdi
          Kazma ile döğmeyince kıt verdi
          Benim sadık yarim kara topraktır

          Âşık Veysel’e ait olan bu dörtlüğün ilk üç dizesinin sonundaki “verdi” sözcükleri yazılış, okunuş ve anlamca aynı olduğu için rediftir. Dizelerdeki “süt, et, kıt” sözcüklerinde benzer olan ut” sesleri ise yarım kafiye oluşturmaktadır.

          3. Sözcük Grubu İle Yapılan Redif: Yazılışı, okunuşu ve anlamı aynı olan birden fazla sözcüğün dize sonlarında tekrar edilmesiyle yapılan rediflerdir.

          Ketmetme bu râzı, söyle bir söz
          Ben isterim âh, öyle bir söz

          Abdülhak Hamit Tarhan a ait olan bu beytin dizelerinin sonlarındaki “bir söz” ifadeleri yazılış, okunuş ve anlam bakımından aynı olduğu için rediftir. Yani bu beyitte de sözcük grubu şeklinde redif vardır. Dizelerdeki “söyle” ve “öyle” sözcükleri ise tunç (zengin) kafiye oluşturmaktadır.

          4. Hem Ek Hem Sözle Yapılan Redif: Bazı şiirlerde dizelerin sonlarında aynı anlamdaki sözcükler tekrar edilirken bu sözcüklerden önce aynı görev ve anlamda bulunan ekler yer alabilir. Böyle durumda hem bu ekler hem de tekrar edilen sözcükler redif olur. Yani hem eklerle hem de sözcüklerle redif yapılabilir.

          Biçare gönüller, ne giden son gemidir bu
          Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu

          Yahya Kemal Beyatlı’ya ait olan bu beyti incelediğimizde dize sonlarındaki “bu” sözcüğünün tekrar edildiğini görmekteyiz. Bu sözcük, iki dizede da aynı görev ve anlamdadır yani rediftir. Yine iki dizedeki “-dir” eki de ek eylemin geniş zamanının üçüncü tekil şahıs çekim ekidir. Buna bildirme eki de denir. Demek ki bu dizelerde “-dir” ekleri de rediftir. İlk dizedeki “gemi” sözcüğü ile ikinci dizedeki “matem” sözcüğü ise kök durumundadır. “Gemi” sözcüğündeki “i” sesi sözcüğün köküne aittir. “Matem” sözcüğüne gelen “-i” sesi ise iyelik ekidir. Yani bu iki ses aynı anlamlı ve görevli değildir. Öyleyse “gemi” ve “matemi” sözcüklerindeki “emi” sesleri zengin kafiyedir. Sonuçta bu beyitte “-dir” eki ve “bu” sözcükleri ile hem ek hem de sözcük hâlinde redif vardır.

          5. Dize ile Yapılan Redif: Dizelerin olduğu gibi tekrar edilmesiyle yapılan rediftir. Bu şekilde yapılan rediflere “nakarat’ da denir.

          Dost dost diye nicesine sarıldım
          Benim sâdık yârim kara topraktır
          Beyhude dolandım boşa yoruldum
          Benim sadık yârim kara topraktır

           

          Bu şiirde, ikinci ve dördüncü dizeler aynen tekrar edilerek dize şeklinde redif yani nakarat yapılmıştır.

          -Kafiye Örgüsü

          Uyak olarak değerlendirilen ses benzerliklerini çizgi ve harf yardımıyla göstermeye, uyak düzenini çıkarmaya,“kafiye örgüsü (kafiye şeması)” bulma denir. Kafiye örgüsünde her dize bir çizgi veya sıralı noktalarla gösterilir. Kafiyeli olan dizeler “a, b, c, d” gibi harflerle gösterilir. Birbiriyle kafiyeli olan dizeler ise aynı harfle gösterilir.

          Kafiye örgüsü nazım biçimiyle ilgilidir. Yani şiirlerin şekilsel niteliğini gösterir. Yeni nazım biçimleri, Türk edebiyatında ilk kez Tanzimat’tan sonra görülmüştür. Bu dönem şairleri, genellikle divan edebiyatı nazım şekillerini kullanmışlardır. Ancak Batı edebiyatının etkisiyle şiirin özünde ve konusunda başlayan yenilikler zamanla biçime de yansımış, özellikle Abdülhak Hamit Tarhan’ın öncülüğünde yeni şiir biçimleri kullanılmaya başlanmıştır. Biçim yönünden asıl yenilik ise Servet-i Fünun Döneminde olmuş, bu dönem sanatçıları eski şiir biçimlerini tamamen terk etmiş, yeni biçimler denemişlerdir.

          Şiirlerde birbiriyle kafiyeli olan dizeler değişik şekillerde sıralanabilir.

          1. Çapraz Uyak (Kafiye)

          Bir dörtlükte birinci dize ile üçüncü dizenin, ikinci dize ile de dördüncü dizenin kendi arasında kafiyeli olmasına “çapraz uyak (kafiye)’ denir. Çapraz uyak, “abab” şeklinde gösterilir.

          Kalbim bir çiçektir, gündüzler ölgün    a
          Gelin, gelin, onu açın geceler                   b
          Beni yâd edermiş gibi bütün gün            a
          Ötün kulağımda çın çın geceler              b

          Necip Fazıl Kısaküreke ait olan bu dörtlükte çapraz kafiye örgüsü vardır. Birinci ve üçüncü dizedeki “ölgün” ve “gün” sözcüklerindeki benzer olan “gün” sesleri tunç kafiye oluşturmaktadır. İkinci dize ile dördüncü dizede “geceler” sözcüğü rediftir. Bu dizelerdeki “çın” ve “açın” seslerindeki benzer olan “çın” sesleri de tunç kafiye oluşturmaktadır.

          2. Düz Uyak (Kafiye)

          Bir dörtlükte birinci dize ile ikinci dizenin kendi arasında, üçüncü dize ile de dördüncü dizenin kendi arasında kafiyeli olmasına “düz uyak (kafiye) denir. Şiir beyitlerden oluşuyorsa her beytin kendi arasında kafiyeli olmasına “düz kafiye” denir. Dörtlüklerde “aabb”, “aaaa”, “aaab”; beyitlerde ise “aa, bb, cc…” şeklinde gösterilir.

          Çiçek ülkesinden girerken yaza           a
          Örer her doğan gün bir altun koza     a
          Kristal çiçekler açan fıskiye                  b
          Ayıklık saçar düş gören bahçeye        b

          Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu’na ait olan “Eylül Ezgisi” adlı şiirden alınmış yukarıdaki iki beyitte düz kafiye vardır. İlk beytin dizelerinin sonlarında yer alan “yaza” ve “koza” sözcüklerindeki “aza” sesleri zengin kafiyelidir. İkinci beytin dizelerinin sonlarındaki “fıskiye” ve “bahçeye” sözcüklerindeki “ye” sesleri ise tam kafiyelidir.

          Bazı kaynaklarda “aaab” şeklindeki kafiye örgüsü de düz kafiye kabul edilmektedir.

          Gül büyütenlere mahsus hevesle           a
          Renk renk dertlerimi gözümde besle    a
          Yalnız, annem gibi o ılık sesle                 a
          İçimde dövünüp ağlama gurbet            b

          Necip Fazıl Kısakürek’e ait olan bu dörtlüğün ilk üç dizesi kendi arasında kafiyelidir. Dize sonlarında yer alan “hevesle, besle, sesle” sözcüklerindeki benzer olan “esle” sesleri ise zengin kafiye oluşturmaktadır. Bu dörtlüğün kafiye örgüsü “aaab” şeklinde olduğu için, bu dörtlüğün de düz kafiye örgüsüne sahip olduğu söylenebilir.

          3. Sarma Uyak (Kafiye)

          Bir dörtlükteki birinci dize ile dördüncü dizenin kendi arasında, ikinci dize ile de üçüncü dizenin kendi arasında kafiyeli olmasına sarma uyak (kafiye) denir. Sarma kafiye “abba” şeklinde gösterilir.

          Her şey yerli yerinde; havuz başında servi    a
          Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan      b
          Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan            b
          Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi           a

          Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait olan yukarıdaki dörtlükte birinci dize ile dördüncü dize, ikinci dize ile de üçüncü dize kendi arasında kafiyelidir. Birinci dizedeki “servi” sözcüğü ile dördüncü dizedeki “evi” sözcüklerindeki benzer sesler olan “vi” sesleri tam kafiye oluşturmaktadır. İkinci dizedeki “durmadan sözcüğü ile dördüncü dizedeki “uykudan” sözcüklerindeki benzer sesler olan “dan” sesleri ise zengin kafiye oluşturmaktadır.

           

          Uyarı: Düz, sarma ve çapraz kafiye şekli Türk edebiyatına Tanzimat’tan sonra Batı’dan geçmiştir. Divan şiirinin “gazel, mesnevi, rubai” gibi kendine özgü nazım şekilleri vardır. Halk edebiyatının ise “koşma, mani, semai” gibi kendine has nazım biçimleri bulunmaktadır. Bir de bütün bunların dışında, kafiyeli olduğu hâlde hiçbir sisteme uymayan serbest kafiye örgüsü vardır.

          Şiir Türleri (Konularına Göre Şiirler)

          -Lirik Şiir

          Şairin ruhunda uyanan ve kabaran heyecanları içli bir dille anlatan duygu yüklü şiirlere ‘lirik şiir denir. Lirik şiirde toplumun hemen her kesimini ilgilendiren sevinç veya acı gibi ortak duygular veya aşk, ayrılık, özlem gibi bireysel duygular coşkulu bir tarzda işlenir.

          Lirik şiirlerde “aşk, sevgi, ölüm, ayrılık” gibi bireysel ve duygusal konular ağır basar, ürik şiir, okurun duygularına, kalbine seslenir. İnsanın iç dünyasını yakalar, dolayısıyla da lirik şiir eylem, olay, etkinlik ve karşılıklı ilişki sergilemez. Ancak sadece iç dünyayı yansıtmakla kalmaz, nesnel dünyadan kaynaklanan duygu ve düşünleri de içerir. Bu şiirler okuyanı etkiler, duygulandırır. Edebî türlerin en sanatsal, en katışıksız, en yoğun olanı lirik şiirdir. Lirik şiir, okuyucuya ve dinleyiciye estetik bir haz verir.

          Eski Yunan edebiyatında bu tarz şiirler “lir (lyre)” denen bir sazla söylendiği için böyle adlandırılmıştır, ürik şiirin ilk ustaları Sappho (MÖ 612) ve Alkaeus (MÖ 6. yüzyıl)’tır. Ancak lirik şiir bugünkü anlamdaki niteliğine 18. yüzyılda romantizm akımı döneminde kavuşmuş, kuralları oluşmuştur.

          Lirik şiirler Türk edebiyatında eskiden “kopuz’ denen bir tür saz eşliğinde söylenirdi. Sonraları kopuzun yerini “saz” ve “bağlama” almıştır. Türk edebiyatımızda halk şairlerinin (âşık, ozan) söylediği şiirlerin çoğunun lirik şiir olduğu söylenebilir. Halk edebiyatında “güzelleme” türündeki koşma, semai”; divan edebiyatında ise “gazel, şarkı, murabba”; lirik şiire girer. Tanzimat döneminde de kemençeye benzer bir çeşit telli sazın adı olan “rebab’dan dolayı bu tür şiirlere “rebabî” denmiştir. Yeni Türk edebiyatında ise lirik şiir, değişik nazım biçimleriyle yazılmıştır.

          Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
          Ben aşkımla bahar getirdim sana;
          Tozlu yollarından geçtiğim uzak
          İklimden şarkılar getirdim sana.
          (Ahmet Muhip Dıranas)
           
          Dağda dolaşırken yakma kandili
          Fersiz gözlerimi dağlama gurbet.
          Ne söylemez, akan suların dili
          Sessizlik içinde çağlama gurbet.

           

          (Necip Fazıl Kısakürek)

          -Epik Şiir

          Konusu savaş, yiğitlik, kahramanlık ve vatan sevgisi olan, bir olayı veya tarihi bir hadiseyi coşkulu bir şekilde anlatan şiirlere ‘epik şiir” denir. “Epik” sözcüğü, efsanelerle değişikliğe uğramış tarihî bir olayın izlerini taşıyan destan, bir milletin hayal gücünü en çok doyurabilecek en eski edebiyat biçiminin adıdır. Yunanca bir sözcük olan “epik”; konuşma, hikâye, şarkı, kahramanlık şiiri anlamına gelen “epos” sözcüğünden türemiştir. Epik şiirlerin ilk örnekleri destanlara dayanır ve bu şiir türü çıkışı itibarıyla destanlardan beslenir.

          Epik şiirler bir milletin hayatında önemli izler bırakan büyük göçler, savaşlar, doğal afetler gibi olaylarla; yiğitlik, kahramanlık, mertlik, yurt sevgisi gibi konuların destan havası içinde işlendiği kahramanlık şiirleridir. Destan gibi uzunca yazılan bu şiirlere hamasi şiir”, “kahramanlık şiiri”, “destanî şiir” gibi adlar da verilir. Epik şiir, okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır. Destanlar gibi daha çok, uzun olarak söylenir.

          Epik şiir türünün ilk örneği olarak Homeros’un derlediği ‘İlyada ve Odise” destanı kabul edilir. Epik, geleneksel hikâyeciliğin gelişmiş şeklidir; gelişmesi boyunca, kahramanlar ve işleri, insanlar arasındaki şöhretlerini yüceltme gayesiyle seçilmiştir. Şairin gücü, yeni bir hikâye meydana getirmeye değil, meşhur bir hikâyeden epik şiir çıkarmaya yöneliktir. Türk ulusunun tarihi, şanlı zaferlerle dolu olduğundan Türk edebiyatı epik şiir yönüyle bir hayli zengindir. Türk edebiyatında Oğuz Kağan Destanı’ndan başlayarak, Türk kahramanlarının veya göç maceralarının hikâyelerini anlatan destanlar vardır. Divan edebiyatında “kasideler”, Halk edebiyatında “koçaklamalar, destanlar, varsağılar’ epik şiir türüne örnek olarak gösterilebilir. Günümüzde, epik şiir, eski destanlardaki niteliğiyle yaşamamaktadır. Modern dünyada artık kahramanlık öğesi ağır basan bazı şiirler, epik şiir olarak görülmektedir.

          Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı;
          Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.
          Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
          Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!
          (Yahya Kemal Beyatlı)

          Epik şiir, “doğal epik” ve “yapay epik” olmak üzere ikiye ayrılır.

          a. Doğal epik: Toplumun ortak malı olan ve birtakım olaylar sonucu kendiliğinden oluşan destan şeklindeki şiirlerdir. Bu şiirler, yazının henüz bulunmadığı ve yaygınlaşmadığı bir kültürde doğan ve kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarıldıktan sonra yazıya geçirilmiştir. Doğal epik, ozan ve şarkıcıların değişik zamanlarda söylediği şarkı ve şiirlerin bütünleşmesi ve işlenmesiyle oluşturulur.

          Şu dağları kara duman bürüdü
          Üç yüz atlı, beş yüz yayan yürüdü
          Sarı Zeybek bu dünyada bir idi
          Yazık olsun Telli doru şanına
          Eğil bir bak mor cepkenin kanına
          (Anonim)

          b. Yapay epik: Bir şairin, toplumu etkileyen herhangi bir olayı tabiî destanlara benzeterek söylemesi sonucu oluşan destan şeklindeki şiirlerdir. Belirli bir sanatçı tarafından eski örneklere uygun olarak ve okunmak üzere kaleme alınır. Anadolu’da bugün bile saz eşliğinde epik şiir söyleyen âşıklar vardır.

          Köroğlu’yum medhim merde yeğine
          Koç yiğit değişmez cengi düğüne
          Sere serpe gider düşman önüne
          Ölümü karşılar meydan içinde

           

          (Köroğlu)

          -Pastoral Şiir

          Çoban, kır, dağ, orman, yayla, köy hayatını, doğal güzellikleri, manzaraları ve bunlara duyulan özlemleri anlatan şiirlere “pastoral şiir” denir. Pastoral sözcüğü “çobanlara ilişkin” demektir ve Türkçede bu anlamda “râiyâne”, “rüstâî” terimleri de kullanılmıştır. Pastoral şiirlerde doğaya karşı bir sevgi, bir imrenme söz konusudur. Bu şiirin kurucusu eski Yunan edebiyatında Theokritos (MÖ 3. yüzyıl)’tur. Virgilius da bu türde şiirler yazmıştır.

          Türk edebiyatında Abdülhak Hamit’in “Sahra” adlı eseri pastoral şiire örnek gösterilebilir. Cumhuriyet döneminde köye, Anadolu’ya yönelen, kır yaşamının güzelliklerini işleyen şiirlere de pastoral şiir denmiştir.

          Pastoral şiir iki türlüdür:

          İdil: Batı edebiyatlarında doğrudan doğruya kır hayatının güzelliğini işleyen kısa pastoral şiirlere “idil” denir. Bu şiirlerde şair, doğa karşısındaki duygulanmasını anlatır.

          Eglog: Batı edebiyatlarında birkaç çobanın kır hayatı, aşk gibi konular üzerinde karşılıklı konuşmaları tarzında yazılan pastoral şiirlere “eglog” denir. Eglog, Türk edebiyatında hemen hemen hiç kullanılmamıştır.

          Pastoral Şiir Örnekleri
          Bekçileri gibiyiz, ebenced buraların,
          Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
          Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,
          Her gün aynı pınardan, doldurup testimizi
           
          Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
          Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni.
          Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,
          Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
          Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek
          (Kemalettin Kamu)
           
          Dağlar orman, tepeler bağ, ovalar hep tarla
          Koca mera dolu baştan başa sağmallarla
          Köylünün kırları tutmuş yayılırken davarı
          Sökemezsin, sarar âfakını yün dalgaları

           

          (Mehmet Âkif Ersoy)

          -Didaktik Şiir

          Belli bir konuda öğüt ve bilgi veren, bilimin metot ve prensiplerini, sanat eserlerinin güzel yönlerini öğreten, ahlaki, kültürel dersler veren şiirlere ‘didaktik (öğretici) şiir” denir.

          Şairin temel amacı bir düşünceyi, bir bilgiyi aktarmak ve öğüt vermektir. Bunlar okurun aklına seslenir. Bu nedenle didaktik şiirler duygusal yönden zayıftır. Duygu yönü az olduğundan kuru bir anlatımı vardır. Dil ve anlatım bakımından pek değer taşımaz. Bu şiirlerin bilgi ve felsefî yönü ağırlıklıdır. Söylenenler imgeye dönüştürülmeden, düzyazı gibi bir yapı içinde aktarılır. Şairler, kafiye ve ölçülerinden dolayı akılda kolay kaldığından, bilgileri bu yolla vermeyi tercih ederler.

          Didaktik şiirin tarihi eski Yunan a dayanır. Hesiodos (MÖ 8. yüzyıl) düşüncelerini, kolayca akılda kalması amacıyla şiirin olanaklarından yararlanarak bu türde kaleme almıştır.

          Türk edebiyatında ‘ta’limi” terimi didaktik şiir yerine kullanılmıştır. Manzum hikâyeler ve fabllar da bu türe girer. Türk edebiyatının Orta Asya’da oluşturduğu, Yusuf Has Hacip’in ‘Kutadgu Bilîg”. Edip Ahmet Yükneki’nin ‘Atabet-ül Hakayık” adlı eserleri bazı bilgileri, doğruları öğretmek amacıyla oluşturulduğu için didaktik şiir sayılır.

          Divan edebiyatı döneminde kaleme alınan, Âşık Paşa’nın “Garipnâme”, Nâbi’nin “Hayriyye” ve “Hayrabât’ adlı eseri de didaktik nitelikler taşımaktadır.

          Türk edebiyatında Nabi (1614-1712), Ziya Paşa (1825-1880), Tevfik Fikret (1867-1915), Ziya Gökalp (1875-1924) didaktik şiirin başarılı örneklerini vermiş sanatçıların başında yer almaktadır.

          İnsanlığa dürüst davran
          İnsan küçük büyük evran
          İnsanlara hakça davran
          Koltuk sana bâki değil
          (Yunus Emre)
           
          İster isen anlamak cihânı,
          Öğrenmeli Avrupa lisânı.
           
          Bilmek gerek ordaki fünunu.
          Terk eyle taassub u cünûnu.
           
          Taklit ile aslını unutma,
          Milliyetini hâkir tutma.
          (Ziya Paşa)
           
          Tüfekle oynama yavrum
          Şakacığı bile çirkin
          Bir canlıyı öldürmenin.

           

          (Tahsin Saraç)

          -Satirik Şiir

          Kişilerin ve çevredeki nesnelerin gülünç taraflarını ele alarak onları yeren, kötüleyen şiirlere ‘satirik şiir’ denir. Satirik şiirlerin eleştirici bir anlatımı vardır. Bir kişi, olay, durum, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Satirik şiirlerde didaktik öğeler de vardır. Ancak bilgi vermeyi, bir bilgiyi öğretmeyi amaçlamadığı için bu şiirler, didaktik şiirden ayrı bir tür olarak kabul edilir.

          Satirik şiirlere Divan edebiyatında “hiciv”, Halk edebiyatında “taşlama “, Yeni Türk edebiyatında ise “yergi” örnek olarak verilebilir. Edebiyatımızda Şeyhî, Bağdatlı Ruhî, Nef’î, Ziya Paşa bu tip manzumelerin güzel örneklerini vermişlerdir.

          Satirik Şiir Örnekleri
          Söylersin de söz içinde şaşmazsın
          Helâli haramı yersin seçmezsin
          Nasibin kesilir de sular içmezsin
          Akar çaylar senin olsa ne fayda
          (Pir Sultan Abdal)
           
          Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı can-feza sizin
          Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
          Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
          Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
          Bütün ferağ ı halini, olanca şevk-i balını
          Hemen yutun düşünmeyin haramını, helâlini…
          (Tevfik Fikret)
           
          Köylümüz efendimiz tarlasında perişan
          İşçimiz kardeşimiz kavgasında perişan
          Anam bacımdır bahtı karasında perişan
          Hemen Allah cümlemizin yardımcısı olsun.

           

          (Cahit Sıtkı Tarancı)

          -Dramatik Şiir

          Dramatik şiir, eski tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir hâline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum, dram tiyatro türünün (19. yy.) çıkışına kadar sürmüştür. Daha sonra ise tiyatro metinleri düzyazıyla yazılmaya başlanmıştır.

          Batı edebiyatında Corneille, Racine, Shakspeare bu türün örneklerini vermişlerdir. Türk edebiyatında dramatik şiir türünde hemen hemen hiç örnek verilmemiştir. Çünkü Türk edebiyatı, Batı’ya açıldığı Tanzimat döneminde Batı da da bu tür, şiir şeklinde değil de nesir şeklinde yazılıyordu. Türk edebiyatı da bu nedenle tiyatro türünü Batı dan nesir olarak almıştır. Ancak Türk edebiyatında, Namık Kemal, Abdülhak Hamid Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi nadir de olsa nazımla (şiir şeklinde) tiyatro yazan sanatçılar olmuştur.

          Dramatik Şiir Örneği
          Musa – Zaten emeli yüzünden okunuyor, Kur an’ı hıfzetmiş kadar gönlüme ferahlık geliyor.
          Mirvan – (Aziz’e) Ziyad, oğlunun cevabını sen oku. Al.
          (Kâğıdın birini verir.) Ben kardeşiminkini okuyacağım
          (Zehra’ya). İşte seninki!
          Mervan- Sanki tufan bulutunda yıldız
          Kim şu mahşerde kalan şehzade?
          Bütün etrafım düşman sarmış,
          Beni kurtar, diye haykırdı!
          Aziz – O silâhlı kız kim oluyor öyle?
          Acaba nereden koştu, geldi?
          Meğer ordumda melekler varmış,
          Bana Allah için imdat etti, yetişti.
          Mervan – Hâli sevdamı şiddetlendiriyor.
          Buna Tanrı’yı şahid tutarım.
          O güzel ikrama ben nasıl mukabele edeyim?
          (Abdülhak Hamit Tarhan)

           

          Dramatik şiir, harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta “trajedi” ve “komedi” olmak üzere ikiye ayrılan bu şiir türü “dram’ın eklenmesiyle üçe çıkmıştır. Dramatik şiir, aslında şiir şeklindeki tiyatro eseriyle ilgilidir. Bu eserler, temsil edilecek olayın niteliğine göre isimler alır. 19. yüzyılın sonlarına kadar genel olarak tragedya, komedya ve dram olarak adlandırılan bu eserler zamanla değişmiş, ülkelere göre değişik adlar almıştır.

           

       


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol