DİL VE ANLATIM
12.SINIF KONULARI

Roman Özetleri

12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
 
I. ÜNİTE: SANAT METİNLERİNİN AYIRICI 
ÖZELLİKLERİ 
 
Sanat eserlerinin ortaya çıkmasının birçok 
sebebi vardır. Sanatçı kendini diğer insanlara 
anlatabilmek için çeşitli yollar denemiştir 
çağlar boyunca. Kendini anlatma çabası, 
sanatçının zihninde ortaya çıkmış, bu isteği 
giderebilmek için de çeşitli yollar denemiştir. 
İşte onun bu denediği yollar daha sonra 
sanatların ve sanat eserlerinin ortaya 
çıkmasını sağlamıştır. 
 
Edebiyatta bir gelenek vardır. Sanatçılar, 
yaşadıkları çağın duygu, düşünce vb. 
anlayışlarını içine doğdukları toplumda hazır 
bulduklarından, geleneksel olarak yüzyıllarca 
işlenen bir edebiyat geleneğine de sahip 
olacaklardır. Sanatçılar, yaşadıkları döneme 
göre değerlendirilirler sözü de bu anlamda 
doğrudur. Sanatçı, yaşadığı dönemin değer 
yargıları, duygu ve düşüncelerine göre 
değerlendirilirler. 
 
Bir milletin ilerleyip yükselmesi için sanat ve 
bilim alanında yenilik düşüncesine açık 
olmaları gereklidir. Bir millet sanat ve bilim 
alanında ilerleyebiliyorsa, daima yükselebilir. 
 
Sanat Metinleriyle Öğretici Metinler 
Arasındaki Farklar 
 
Öğretici Metinler: 
 Okuyucuya vermek amacıyla yazılır. 
 Kurgu değildir, gerçekler dile getirilir. 
 Gerçeklik ön plandadır. 
 Açıklayıcı anlatım türüyle kaleme 
alınır. 
 Resmi, açık ve sade bir dille yazılır, 
üslup kaygısı yoktur. 
 Sanat kaygısı taşımaz. 
 Dil göndergesel işlevde kullanılır. 
 
Sanatsal Metinler: 
 Okuyucuya estetik zevk vermek 
amacıyla yazılır. Güzellik esas 
alınarak yazılmıştır. 
 Bilgilendirme amacı yoktur. 
 Okuyucuda merak uyandırır. 
 Dil sanatsaldır, üslup kaygısı vardır. 
 Öyküleyici ve betimleyici anlatım 
türüyle kaleme alınır. 
 Kişi, zaman, mekân, tarih 
değiştirilebilir. 
 Olaylar gerçek ya da kurmacadır. 
Gerçekler kurgulanarak anlatılır. 
 Hayallere ve mecaz anlatımlara yer 
verilir. 
 Samimi, süslü ve mecazlı dil kullanılır. 
 Dil şiirsel işlevde kullanılır. 
II. ÜNİTE: SANAT METİNLERİ 
 
1. FABL 
 
Sonunda ders verme amacı güden, genellikle 
manzum öykülerdir. Fablların kahramanları 
genellikle hayvanlardır. Ama bu hayvanlar 
insanlar gibi düşünür, konuşur ve tıpkı 
insanlar gibi davranır. 
 
Dünyanın en ünlü fabl yazarları Ezop ve Jean 
de La Fontaine'dir. Ezop'un fablları İ.Ö. 300 
yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir. ABD'li 
James Thurber ve İngiliz George Orwell 
çağdaş fabl yazarlarıdır. Fablı ilk olarak 
yazanlar Hititlerdir. Hititler fablları taş 
tabletlere yazıp resimliyorlardı. 
 
Özellikleri: 
 
 İnsanlar arasında cereyan eden 
olayları hayvanlar bitkiler ya da cansız 
varlıklar arasında geçiyormuş gibi 
göstererek bu yolla insanlara ahlak ve 
ibret dersi vermek örnek göstermek 
ya da bir düşünceye güç kazandırmak 
isteyen bir çeşit masaldır. 
 
 Teşhis ve intak sanatları üzerine 
kurulmuştur. 
 
 Dünya edebiyatında ilk ve önemli 
fabllar Hint yazarı Beydeba’ya aittir. 
Beydeba'nın fablları “Kelile ve Dimne” 
adlı bir eserde toplanmıştır. 
 
 Fransız Edebiyatı’ndan La Fontaine, 
fabl türünün en önemli sanatçısıdır. 
 
 Türkçedeki ilk örneği Şeyhi’nin 
17.yy.’da yazdığı “Harname”dir. 
 
 Fabllar manzum (şiir) veya nesir 
(düzyazı) biçiminde yazılabilirler. 
 
 Fabllar hem nazım, hem nesir 
biçiminde olurlar. 
 
 Fablın sonunda her zaman bir ahlak 
dersi (kıssadan hisse) vardır. Bu ders 
kısa, açık ve doğru olmalıdır ve 
mutlaka öykünün doğal bir neticesi 
gibi görülmelidir. 
 
 Fabllarda öğretici (didaktik) bir amaç 
güdülür, gündelik hayatla ilgili dersler 
ve öğütler verilir. Okurlar çoğu zaman 
verilen dersin veya öğüdün ne 
olduğunu anlamakta zorluk 
çekmezler. Çünkü bu ders veya öğüt 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
 
eserin bir yerinde, çoğu defa sonunda, 
bir atasözü ya da özdeyiş biçiminde 
açıkça belirtilir. Fabllarda basit ahlak 
ilkelerine değinildiği gibi insanların 
birçok kusurlu yönüne de dikkat 
çekilir. 
 
 Fabllar aracılığıyla kanaatkârlık, 
özveri, yardımseverlik, iyi niyet gibi 
olumlu davranışlar çocuğa 
kazandırılabilir. Özellikle 8-12 yaş 
grubu çocuklar fabl okumaktan ve 
dinlemekten büyük zevk alırlar. 
Kanaatkârlık, tamahkârlık, kıskançlık, 
paylaşımcılık gibi çocuklar tarafından 
anlaşılması güç kavramların somut 
olaylarla anlatılması sebebiyle çok 
önemli bir eğitim aracı olarak kabul 
edilmelidir. 
 
 Fabllar insan belleğinde çok kolay 
saklanabilen ve ortaya çıkarılabilen 
özelliklere sahip olduğu için sözlü 
gelenek içinde de yaşatılabilmektedir. 
 
 Çoğu manzum olan fablların başlıca 
amacı, belli bir ana fikrin yalın veya 
birkaç olayın yardımıyla en kısa 
yoldan açıklamaktır. 
 
 Fabllar olay anlattıkları için bir başka 
şiiri okumaktan ya da ezberlemekten 
daha çok çocukların ilgisini çeker. 
 
 Bundan dolayı fabllar kısadır ve şu 
dört bölümden oluşur: 
 
a. Olayın ve kahramanların tanıtıldığı giriş 
bölümü 
 
b. Olayın entrikalarla düğümlendiği gelişme 
bölümü 
 
c. Düğümün çözüldüğü sonuç bölümü 
 
d. Olay ve olayların arkasında yatan ana fikrin 
açıklandığı ders bölümü (kıssadan hisse 
bölümü) 
 
Batılı anlamda ilk örnekleri Şinasi vermiştir. 
Ahmet Mithat, Kıssadan Hisse adlı eserini 
ahlakî gaye güderek yazmıştır. Bu eserde 
yazar, Ezop’tan, La Fontaine’den yapmış 
olduğu çevirilere ve kendi yazmış olduğu 
fabllara yer vermiştir Recaîzade Mahmut 
Ekrem, La Fontaine’den Horoz ile Tilki, 
Kurbağa ile Öküz, Karga ile Tilki, Meşe ile Saz, 
Ağustos Böceği ile Karınca gibi birçok çeviriler 
yaparak bu alanda Türk Edebiyatına katkıda 
bulunuştur. Ali Ulvi Elöve “Çocuklarımıza 
Neşideler” adlı şiir kitabında La Fontaine, 
Victor Hugo, Lamartine’den yaptığı çevirilerin 
yanında, yine bunlardan esinlenerek yazdığı 
fabl türü şiirlere de yer vermiştir. Nabizade 
Nazım’ın “Bir Sansar ile Horoz ve Tavuk” adlı 
eseri vardır Nurullah Ataç, Orhan Veli Kanık, 
M. Fuat Köprülü, Vasfi Mahir Kocatürk, 
Sabahattin Eyüboğlu fabl türü ile ilgilenmiş 
çeviri yapmış, araştırmalarda bulunmuşlardır. 
 
2. MASAL 
 
Genellikle halkın yarattığı, ağızdan ağıza, 
kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla 
olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü 
kahramanlara bağlayarak anlatan halk 
hikâyelerine masal denir. 
 
Özellikleri: 
 
 Masallar, meydana geldikleri zaman 
bir kişinin malıyken, yaygınlaştıkça, 
yöreden yöreye, ülkeden ülkeye 
geçtikçe halkın malı olur. Masal, 
anonim bir türdür. 
 
 Masallarda genellikle iyilik-kötülük, 
doğruluk- haksızlık, adalet-zulüm, 
alçakgönüllülük-kibir… gibi zıt 
durumların temsilcisi olan kişilerin 
mücadelelerinden veya insanların 
ulaşılması güç hayallerinden söz 
edilir. 
 
 Masallarda yer ve zaman kavramları 
belirsizdir. 
 
 Anlatımda genellikle geniş zaman veya 
öğrenilen geçmiş zaman kipi (-mişli 
geçmiş) kullanılır. 
 
 Anlatım kısa ve yoğundur. 
 
 Masal kişileri her tabakadan 
seçilebilir. Masallarda cinler, periler, 
devler de rol alır. 
 
 Masalların bir kısmı hayvanlarla 
ilgilidir. 
 
 Masalların çoğu "bir varmış, bir 
yokmuş" ya da "evvel zaman içinde, 
kalbur saman içinde" gibi ifadelerle 
başlar. Bunlara tekerleme ya da 
döşeme denir. Tekerlemeden sonra 
olay ve dilek bölümleri gelir. Türk 
masallarında dilek bölümü "onlar 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
 
ermiş muradına..." ya da "gökten üç 
elma düştü." biçiminde başlar. 
 
 Masallarda milli ve dini motiflere 
hemen hiç yer verilmez. 
 
 Masallarda genellikle bir eğitim amacı 
saklıdır. Masallar bu yönüyle didaktik 
(öğretici) bir nitelik taşır. 
 
 Günümüzde belli bir kişinin ortaya 
koyduğu yapma masallarda 
yazılmaktadır. 
 
 Türk masalları üzerinde, bizde Pertev 
Naili Boratav, Eflatun Cem Güney gibi 
kişiler çalışmışlardır. 
 
 Masal türünün Hindistan'da doğduğu 
sanılmaktadır. 
 
Masal Türünün Önemli Eserleri 
 
 Bin bir Gece Masalları (Doğu Masalı) 
 Grimm Kardeşlerin Masalları (Alman 
Edebiyatı) 
 Andersen Masalları (Danimarka 
Edebiyatı) 
 Perrault Masalları (Fransız Ed.) 
 
3. HİKÂYE (ÖYKÜ) 
 
Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde 
tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli 
bir yer ve zaman içinde anlatan türe hikâye 
denir. Millî kültürümüzün önemli 
parçalarından "Dede Korkut Hikâyeleri", 
"destanlar" ve "halk masalları"nı saymazsak, 
Avrupaî tarzda ilk hikâyeler, Tanzimat 
Edebiyatı döneminde görülür. 
 
19. yüzyıl sonlarında başlayıp günümüze doğru 
daha da gelişen hikâye, özellikle Alphonse 
DAUDET ve Guy de MAUPASSANT gibi büyük 
Fransız yazarlarının tekniğiyle tekâmüle 
ulaşmıştır. Bu iki yazar "realist" akımın 
yetiştirdiği zamanın ileri gelen 
romancılarındandır. Fransız hikâyeciliği Guy 
de MAUPASSANT'ın izinden gelişmiştir. 
Amerika edebiyatında özellikle mizahî 
hikâyeleriyle Mark TAWİN, O. HENRY ve 
bunları takiben John STEİNBECK, Batılı ünlü 
hikâyecilerdendir. 
 
Dünya hikâyeciliğinde iki hikâye biçimi 
hâkimdir. Bunlar: 
 
1) Maupassant Biçimi: Hikâyede asıl olan 
"olay" dır. Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da 
böyle yorumlamasına imkân verilmez. Çünkü 
hikâyedeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde 
takip eder. Kişilerin portreleri, özenle ve 
ayrıntılı olarak çizilir. 
 
2) Çehov Biçimi: Hikâyede asıl olan "olay" 
değildir. Hikâye, sona erdiği zaman her şey 
bitmiş değildir. Hikâye, asıl bundan sonra 
başlıyor demektir. Zira kişiler tamamıyla 
tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim 
olmadığı için okuyucunun hayal kurması 
devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre 
yorumlar yapmaya uygundur. 
 
İlk Çağ Anadolu'sunda masal, ve tarihi olayları 
anlatan eserlerle oluşmuştur. Orta Çağda 
özellikle Hindistan'da "Binbir Gece Masalları" 
sağlam bir hikâye geleneğinin varlığını 
bildirmektedir. Bu gelenek, Arapça'dan 
yapılan çevirilerle Avrupa'ya masal, efsane, 
rivayetler şekliyle yayılmıştır. 
 
Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebi kimlik 
kazandıran İtalyan yazar Boccacio'dur. XVI. 
Yüzyılda yazdığı "Decameron" adlı eseriyle ilk 
öykü örneğini vermiştir. Rönesans'ın etkisiyle 
de XIX. Yüzyıl edebiyatının en yaygın türü 
olmuştur. 
 
Bizde, destanlar, halk hikâyeleri ve masallarla 
eski bir temeli olan bu tür, XIV. Ve XV. 
Yüzyılda "Dede Korkut Hikâyeleri" ile çağdaş 
hikâye tekniğine yaklaşmıştır. 
 
XIX. yüzyılda Tanzimat'la gelen yeniliklerle 
birlikte batılı anlamda ilk örneğini Ahmet 
Mithat Efendi "Letaif-i Rivayet (söylenegelen 
güzel şeyler) adlı eserini yazarak vermiş; 
"Kıssadan Hisse" ile bu türü geliştirmiş, Sami 
Paşazade Sezai: "Küçük Şeyler" adlı eseriyle 
modern hikâyeyi oluşturmuştur. Bağımsız bir 
tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat 
döneminde Ömer Seyfettin'le kazanmıştır. 
 
Hikâyenin Unsurları 
 
1) Olay: Hikâyede üzerinde söz söylenen 
yaşantı ya da durumdur 
 
2) Kişiler: Olayın oluşmasında etkili olan ya 
da olayı yaşayan insanlardır. 
 
3) Yer (mekân): Olayın yaşandığı çevre veya 
mekândır. 
 
4) Zaman: Olayın yaşandığı dönem, an 
mevsim ya da gündür. 
 
5) Dil ve Anlatım: Hikâyenin dili açık, akıcı ve 
günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
 
sözcük, deyim atasözü ve tamlamalarla 
zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır. 
 
Anlatım ise iki şekilde olur Hikâye 
kahramanlarından birinin ağzından yapılan 
anlatım "hikâyede birinci kişili anlatım"; 
yazarın ağzından anlatılanlar "hikâyede 
üçüncü kişili anlatım" 
 
Hikâyede Plân: 
 
Hikâyenin planı da diğer yazı türlerinde 
olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu 
bölümlerin adları farklıdır. Bunlar: 
 
1) Serim: Hikâyenin giriş bölümüdür. Bu 
bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler 
tanıtılarak ana olaya giriş yapılır. 
 
2) Düğüm: Hikâyenin bütün yönleriyle 
anlatıldığı en geniş bölümdür. 
 
3) Çözüm: Hikâyenin sonuç bölümü olup 
merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği 
bölümdür. 
 
Ancak bütün hikâyelerde bu plân uygulanmaz, 
bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü 
yoktur. Bu bölümler okuyucu tarafından 
tamamlanır. 
 
Hikâye Çeşitleri 
 
Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir 
bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir 
büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman 
olay bir plan içinde, kişi, zaman, çevre 
bağlantısı içinde hikâye boyunca irdelenir. 
Kimi zaman da büyütecin altında incelenen 
olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan 
gerçeğinin kendisidir Bu da öykünün çeşitlerini 
oluşturur. Buna göre; 
 
1) Olay (Klasik Vak'a) Hikâyesi: Bir olayı ele 
alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp 
bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar 
ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir 
verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve 
heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy 
de Maupassant ( Guy dö Mopasan) tarafından 
yaygınlaştırıldığı için "Mopasan Tarzı Hikâye" 
de denir. Bu tarzın bizdeki en önemli 
temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit 
Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri 
Güntekin'dir. 
 
2) Durum (Kesit) Hikâyesi: Bir olayı değil 
günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp 
anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm 
planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur. 
Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere 
yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi 
doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve 
durumların akışı okuyucunun hayal gücüne 
bırakılır. Bu tarzın dünya edebiyatında ilk 
temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için 
"Çehov Tarzı Hikâye" de denir. 
 
Bizdeki en güçlü temsilcileri, Sait Faik 
Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık 
Buğra'dır. 
 
3) Modern Hikâye: Diğer öykü çeşitlerinden 
farklı olarak, insanların her gün gördükleri 
fakat düşünemedikleri bazı durumların 
gerisindeki gerçekleri, hayaller ve bir takım 
olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir. 
 
Hikâyede bir tür olarak 1920'lerde ilk defa 
batıda görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi 
Franz Kafka'dır Bizdeki ilk temsilcisi Haldun 
Taner'dir. Genellikle büyük şehirlerdeki 
yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal 
bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla, ince bir 
yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde 
gözler önüne serer. 
 
4. ROMAN 
 
Olmuş ya da olabilir nitelikteki olayları ve 
konuları ele alan edebî türlere Roman denir. 
Diğer türlerden ayrılan en önemli özelliği, 
uzunluğudur. Romanlarda, toplumsal olaylar 
ve ilişkiler gerçeklere uygun bir tarzda ele 
alınır. 
 
İyi bir roman ilgi çekici olmalı, herkesi 
ilgilendiren insancıl bir tema taşımalıdır. 
Romandaki olaylar arasında dengeli bir 
sıralama ve bağ bulunmalıdır. Olaylar akla 
yakın olmalı, romanın konusundan doğmalıdır. 
Romandaki varlıkların kişilikleri baştan sona 
dek konuya uygun nitelikte olmalı, birbiriyle 
çelişmemelidir. 
 
Roman yazarı; romanda yarattığı kişilerini 
kendi kişiliği içinden görebilmelidir. 
Romandaki davranışlar ve konuşmaların, 
kişilerin karakterlerinden çıkmasını 
sağlamalıdır. 
 
Okuyucu, romanı iş olsun diye okumaz. Roman 
okurken avunmak, kendinden uzaklaşmak 
ister. Romandaki kişilerle ilgilenmeye başlar. 
Olaylar karşısındaki davranışlarının ne 
olacağını merak eder. Onların başarılarından 
mutluluk duyar. Onların sıkıntılarına üzülür. 
Kendisini onların yerine koyar. Onların 
davranışlarını eleştirir. Bu davranışlar içinde 
yapılmaması gerekeni, yapılmamış olanları 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
 
bulur. Romanı okuyup bitirince genel bir 
yargıda bulunur. 
 
Türk edebiyatında önceki yüzyıllarda roman 
türüne benzer edebî eserler mevcuttur. 
Bunlar: 
 
1) Halk Hikâyeleri (Kerem ile Aslı, Ferhat ile 
Şirin gibi.) 
2) Meddah Hikâyeleri 
3) Dinî Hikâyeler (Hz. Ali'nin Cenkleri gibi) 
4) Destanî Hikâyeler (Dede Korkut Hikâyeleri, 
Battal Gazi Destanı gibi) 
 
Avrupaî tarzda ilk roman, Tanzimat 
döneminde yazılmıştır. Namık Kemal'in 
"İntibah", ilk Türk romanıdır. Nabizâde 
Nazım'ın "Karabibik", ilk köy romanıdır. Yusuf 
Kâmil Paşa'nın Fenelon'dan çevirdiği 
"Telemak", ilk çeviri romandır. 
 
Romanlarda, şu ögeler üzerinde önemle 
durulmalıdır: Konu, kişiler, çevre, zaman, ana 
düşünce ve anlatım tarzı (üslûp). 
 
Romanlardaki olaylar, bir plâna uygun olarak 
anlatılır. Bu plân şöyledir: 
 
Giriş (Serim): Roman olayının başı, burada 
verilir. 
 
Gelişme (Düğüm): Roman olayının gelişip, 
açıldığı bölümdür. 
 
Sonuç (Çözüm): Romandaki olayın açıklığa 
kavuştuğu, düğümün çözüldüğü bölümdür. 
 
Romanlar, işlenilen konularına göre şu 
çeşitlere ayrılır: 
 
1) Tarihî romanlar: Tarihteki olay ya da 
kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi 
gerçekleri kendi hayal gücüyle birleştirerek 
anlatır. 
 
 Valter Scolt - Vaverley 
 Gogol - Toros Bulba 
 V. Hugo - Nöturdam de Paris 
 N. Kemal - Cezmi 
 N. Atsız’ın Bozkurtlar 
 Tarık Buğra - Küçük Ağa, Küçük Ağa 
Ankara’da 
 K. Tahir - Yorgun Savaşçı, Devlet Ana 
 
2) Macera Romanları: Kahramanların 
başından geçen hareketli olayların anlatıldığı 
romanlardır. 
 
 
 Alexander Dumas – Monto Kristo 
Kontu, Üç Sihaşörler 
 Ahmet Midhat – Hasan Mellah, Hüseyin 
Fellah, Dünyaya İkinci Geliş 
 
3) Polisiye Romanlar: Macera ve heyecan 
duygularını artıran romanlardır. 
 
 Edgar Allen Poe – Morgue Sokağı 
Cinayeti 
 Arthur Connan Doyle – Sherlock 
Holmes 
 Agatha Cristie – Şark Ekspresinde 
Cinayet 
 Ahmet Midhat – Esrar-ı Cinayat (İlk 
Türk Polisiye Romanı) 
 Cingöz Recai – Server Bedii takma 
adıyla Peyami Safa 
 
4) Egzotik Romanlar: Yabancı ülkelerin 
toplumsal özelliklerini, geleneklerini anlatan 
romanlardır. 
 
 Refik Halit Karay – Nilgün 
 Pierre Loti – İzlanda Balıkçısı 
 
5) Sosyal Romanlar: Ekonomik bunalımlar, 
sınıfsal çelişkiler, köyden kente göç gibi 
toplumsal sorunları konu edinen romanlardır. 
 
 Victor Hugo – Sefiller 
 Sami Paşazade Sezai – Sergüzeşt 
 Ahmet Midhat – Felatun Bey ile Rakım 
Efendi 
 Recaizade Mahmud Ekrem – Araba 
Sevdası 
 
6) Psikolojik Tahlil Romanları: Roman 
kahramanlarının psikolojisini tahlillerle 
anlatan romanlardır. 
 
 Madame De Le Fayette – Princesse De 
Cleves (Dünyanın ilk psikolojik roman 
örneği) 
 Peyami Safa – Dokuzuncu Hariciye 
Koğuşu 
 
7) Biyografik Roman: Topluma mal olmuş bir 
kişinin yaşamını, yaşadığı döneme katkılarını 
anlatan romandır. 
 
 Oğuz Atay – Bir Bilim Adamının Romanı 
 
8) Otobiyografik Roman: Yazarın kendi 
hayatını konu edindiği romanlardır. 
 
 Mark Twain–Tom Sawyer’in Maceraları 
 Orhan Kemal – Avare Yıllar, Baba Evi 
 
 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
 
Türk Edebiyatında Roman 
 
Türk edebiyatına roman Fransızcadan yapılan 
çevrilerle girdi. Bu çevirilerden ilki Yusuf 
Kamil Paşa'nın Fenelon'dan yaptığı Tercüme-i 
Telemak'tır. Daha sonra adı bilinmeyen bir 
çevirici Victor Hugo'nun ünlü romanı Sefiler'i 
(Les Miserables) çevirdi. 1860-1880 yıları 
arasında başta Fransız yazarlar olmak üzere 
birçok Batılı yazarın eseri Türkçeye çevrildi. 
İlk Türk romanı Şemsettin Sami'nin Taaşşuk-ı 
Talat ve Fitnat adlı eseridir. Sami'den sonra 
Ahmed Mithat romanlarıyla Türk romanının 
gelişmesine katkıda bulundu. Türk romanı asıl 
Tanzimat döneminde gelişti. Recaizade 
Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası yeni teknikler 
kullanılan Batılı anlamda türüne en yakın ilk 
Türk romanıdır. Servet-i Fünun edebiyatı 
döneminde ilk usta romanlar ve usta yazarlar 
kendilerini gösterdi. "Sanat sanat içindir" 
tezini savunan bu yazarlar aşk ve acıma gibi 
konuları işledi. Halit Ziya Uşaklıgil bu dönemin 
en önemli romancısı sayılır. Aşk-ı Memnu 
(1925) adlı romanı günümüzde de en başarılı 
Türk romanlarından biridir. 
 
1910'dan sonra milli duyguların ağır 
basmasıyla birlikte "Genç Kalemler" dergisi 
çevresinde Türkçülük akımı gelişti. Milli 
romanların yazılması bu dönemde başladı. 
Halide Edip Adıvar'ın Vurun Kahpeye, Reşat 
Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanları bu 
dönemin örneklerindendir. Cumhuriyet 
döneminde çağdaş Türk romanı ortaya çıktı. 
Toplumsal ve sosyal gelişmeleri konu alan 
romanlar yazıldı. Köy ve kent romanları ayrımı 
da bu dönemle ilgilidir. 
 
5. TİYATRO (OYUN) 
 
Yaşamda görülen olayları sahnede 
canlandırma sanatına ve bu amaçla yazılmış 
eserlerdir. Tiyatrolar tıpkı opera, sinema, 
bale gibi göstermeye bağlı bir metindir. 
 
Dünya edebiyatında tiyatronun başlangıcı Eski 
Yunan’da Bağbozumu Tanrısı Dionysos adına 
düzenlenen törenlere kadar dayanır. 
 
Türk edebiyatında modern anlamda tiyatro 
Tanzimat’la birlikte başlar. İlk tiyatro 
eserimiz Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı tek 
perdelik komedisidir. Sahnelenen ilk tiyatro 
eserimiz ise Namık Kemal’in “Vatan yahut 
Silistre”dir. 
 
Bunların dışında Ahmed Vefik Paşa ve Direktör 
Ali Bey gibi isimlerin de tiyatronun 
gelişiminde önemli payları vardır. 
 
Tanzimat’ın ikinci döneminden itibaren 
gerilemeye başlayan tiyatro, Servet-i Fünun 
ve Fecr-i Ati dönemlerinde durma noktasına 
gelmiştir. Milli Edebiyat’la birlikte tekrar 
hareketlenen tiyatro, asıl gelişimini 
Cumhuriyet döneminde yapmıştır. 
 
Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip Fazıl Kısakürek, 
Haldun Taner, Reşat Nuri Güntekin, Necati 
Cumalı, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Asena 
başarılı tiyatro yazarlarımızdandır. 
 
Edebiyatımızda tiyatro türü iki başlıkta 
incelenebilir: 
 
A. Geleneksel Türk Halk Tiyatrosu 
 
Geleneksel Türk tiyatrosu içinde orta 
oyunlarının önemli bir yeri bulunmaktadır. 
Kavuklu ve Pişekâr; orta oyunlarında sıkça 
görülen sembolik kahramanlardır. Bu kişiler; 
yine, geleneksel tiyatromuzun önemli 
kahramanları Karagöz ile Hacivat'ın 
karşılığıdırlar. 
 
Kavuklu, bilimsel anlayıştan uzak, fakat ârif, 
halk adamını temsil etmektedir. Pişekâr ise, 
Osmanlıca kelimeler kullanmakta yetenekli, 
okumuş insanı temsil etmektedir. Her ikisi de 
birbirlerinin açık yönlerini tamamlayan önemli 
tiplerdir. Bunlar, orta oyunlarında mizahî 
unsurlarla topluma mesajlar verir ve insanları 
bilgilendirirler. 
 
Geleneksel Türk Tiyatrosu, şu çeşitlere ayrılır: 
 
1) Meddah: Bir kişinin tek başına hazırladığı 
oyun çeşididir. Kelime anlamı "metheden = 
övgücü" demektir. Meddah, anlattığı olay ya 
da hikâyeyi seyirci önünde çeşitli hareket ve 
taklitlerle canlandırır. Bu şekilde insanlar, 
eğlenirken düşünme imkânı bulur. Meddahın 
başlıca eşyaları mendil, sandalye ve 
bastondur. 
 
2) Karagöz: Gölge oyunudur. Beyaz bir perde 
üzerinde çeşitli insan tiplerinin 
canlandırılmasıdır. Bu oyunlar, "Karagözcü" 
adı verilen usta bir sanatçı tarafından perdeye 
yansıtılır. Oyunun başkahramanı "Karagöz", 
okumamış, ama zeki ve anlayışlı bir halk 
adamıdır. İkinci kahraman "Hacivat" ise, 
Karagöz'e zıt kişilikte bir insandır. Arapça ve 
Farsça kelimelerle konuşur, zaman zaman 
bilgiçlik taslar. 
 
Karagöz, Türklere özgü bir oyundur. Çünkü 
çok eskiden beri Türkler, çeşitli adlar altında 
Karagöz oyununu biliyor ve oynatıyorlardı. 
Hatta Avrupa'da "Çin gölgeleri" diye 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
 
adlandırılan gölge oyununun bile Karagöz' den 
geldiğini yapılan araştırmalar gösterir. 
 
Bu oyun, Osmanlı Türkleri arasında uzun 
zaman yaşadı. Batılı anlamda tiyatro türünün 
edebiyatımıza girmesinden sonra yavaş yavaş 
önemini kaybetti. 
 
Karagöz'deki diğer önemli tipler de şunlardır: 
 
Çelebi, Tuzsuz Deli Bekir, Yahudi, Ermeni, 
Rum, doktor, Frenk, Arap, Acem, Arnavut, 
Trabzonlu, Rumelili vb. 
 
3) Orta Oyunu: Orta oyunu, açık bir 
meydanda oynanır. Seyirciler bu meydanın 
etrafını çepeçevre kuşatırlar. Ancak bir 
tarafını açık bırakırlar. Oyuncular, oyundan 
önce oradan meydana dâhil olurlar. Çağdaş 
Türk tiyatrosuna en yakın örnektir. Konular ve 
tipler olarak Karagöz'e çok benzerler. En ünlü 
tipleri Kavuklu ve Pişekâr’dır. Ayrıca; "Balama 
(Rum)", "Frenk" ve "zenne" tipleri de 
bulunmaktadır. Günümüzde, bazı köy ve 
kasabalarda, orta oyunları bütün canlılığı ile 
hâlâ devam eder. 
 
4) Köy Seyirlik Oyunları: "Köylü Tiyatrosu" 
adı ile de bilinen köy seyirlik oyunları 
düğünlerde, bayramlarda ya da yılın belirli 
günlerinde köylülerimizin genellikle "oyun 
yapma","oyun çıkarma" adı altında bereket 
bolluk, sağlık ve yeni yılı karşılamak amacıyla 
oynadığı törensel içerikli oyunlardır. 
 
Bu oyunlar meydanlarda oynandığı gibi kışın 
oda içerisinde de oynanmaktadır. İlkel 
toplumlardan günümüze değişim göstererek 
ulaşan bu oyunlar önceleri yaşantının daha 
verimli olabilmesi için doğaüstü güçlere, 
tanrılara ya da tanrıya şükran belirten bilinçli 
olarak gerçekleştirilen törenlerdir. 
 
B. Modern Türk Tiyatrosu 
 
1. Trajedi 
 
Seyircide korku ve acıma hislerini uyandırarak 
onu kötü duygularından arındırmayı 
amaçlayan tiyatro türüdür. 
 
Başlıca Özellikleri: 
 
 Konusunu seçkin kimselerin 
hayatından ya da mitolojiden yani 
tanrılar arasındaki ilişkilerden seçer. 
 
 Kahramanları tanrılar ya da soylu 
kimselerdir. İnsan müsveddesi sayılan 
sıradan insanlara yer verilmez. 
 İşlenmiş, kusursuz bir üslubu vardır; 
kaba sayılan sözlere yer verilmez. 
 
 Çirkin olaylar (cinayet, kavga vs.) 
seyircinin gözü önünde 
gerçekleştirilmez. 
 
 Üç birlik kuralına uyar. Bu, yer, 
zaman ve olay birliğidir. Yani oyun 
hep aynı yerde aynı dekorla 
oynanmalı, olay bir günlük zaman 
dilimi içinde geçecek izlenimi 
vermeli, (Bu yüzden oyun, olayın 
sonundan seçilir; önceki olaylar koro 
tarafından anlatılırdı.) aynı ana olay 
etrafında geçmelidir. 
 
 En ünlü trajedi yazarları; Eski 
Yunan'da Aiskhylos, Euripides. 
Sophokles; Klasik Fransız edebiyatında 
Corneille ve Racine'dir. 
 
2. Komedi 
 
İnsanları güldürerek eğitmeyi amaçlayan 
tiyatro türüdür. Her gülünç şeyin altında ders 
alınacak acı bir gerçeğin olduğuna inanılır. 
 
Başlıca Özellikleri: 
 
 Konusunu günlük hayattan, sosyal 
olaylardan seçer. 
 
 Kahramanları sıradan insanlar, eğitim 
görmemiş ya da sonradan görme 
kişilerdir. 
 
 Üslupta kusursuzluk aranmaz, kaba 
sayılan hatta küfürlü sözlere yer 
verilir. 
 
 Çirkin, kaba olaylar seyircinin gözü 
önünde işlenir. 
 
 Üç birlik kuralına uyar. 
 
 İnsan karakterinin gülünç ve eksik 
yanlarını anlatanlara karakter 
komedyası, toplumun gülünçlüklerini 
anlatanlara töre komedyası, olayların 
merak uyandıracak şekilde işlendiği 
eserlere entrika komedyası adı verilir. 
 
 Komedi türü 17. yüzyıldan sonra 
düzyazıyla yazılmaya başlanmıştır. 
 
 En ünlü komedi yazarları; Eski 
Yunan'da Aristophanes, Klasik Fransız 
edebiyatında Moliere'dir. 
 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
 
3. Dram 
 
19. yüzyılda trajedinin sıkı kurallarını yıkmak 
amacıyla meydana getirilen tiyatro türüdür. 
 
Başlıca Özellikleri: 
 
 Konusunu günlük hayattan ya da 
tarihin herhangi bir devrinden 
seçebilir. 
 
 Hem acıklı hem komik olaylar aynı 
oyunda iç içe bulunur. 
 
 Kahramanlar hem soylulardan hem 
sıradan insanlar arasından seçilir. 
 
 Üç birlik kuralına uymak zorunda 
değildir. 
 
 Her tür olay seyircinin karşısında 
gerçekleştirilebilir. 
 
 Şiir, düzyazı karışık halde bulunur. 
 
 En ünlü dram yazarları; İngiliz yazar 
Shakespeare dramın ilk ürünlerini 
vermiştir. Ancak bu türün özelliklerini 
Victor Hugo belirlemiştir. Şehitler, 
Geothe diğer ünlü dram yazarlarıdır. 
 
Müzikli Tiyatro: 
 
a) Opera: Sözlerinin tümü ya da çoğu "koro, 
solo, düet" biçiminde şarkılı olarak söylenen 
müzikli tiyatro eseridir. Oyunculara, orkestra 
eşlik eder. 
 
b) Operet: Eğlenceli, hafif konulu, içinde 
bestesiz konuşmalar da bulunan müzikli 
tiyatrodur. Daha çok halk için yazılmış 
eserlerdir. 
 
c) Opera Komik: Operetin, yüksek sınıf için 
yazılmış, besteli biçimidir. 
 
ç) Vodvil: Hareketli, eğlenceli bir konuya 
dayanan, içinde şarkılara da yer verilen hafif 
komedidir. Bu nedenle vodvil, bir "komedi 
türü" olarak da gösterilir. 
 
d) Bale: Konusu; türlü dans ve davranışlarla 
anlatılan müzikli, sözsüz tiyatro türüdür. 
 
6. ŞİİR 
 
Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı 
olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde 
aktarılmasıdır. 
 
Şiiri düz yazıdan ayıran ölçü, mısra, ahenk 
gibi unsurlar vardır. 
 
Nazım (şiir) biçimindeki yazılara "manzum"; 
Nazım parçalarına da "manzume" denir. 
 
Şiir Türleri 
 
1. Lirik Şiir: Aşk, ayrılık, hasret ve özlem gibi 
konuları işleyen duygusal şiirlerdir. 
 
 Duygu, coşku ve akıcılık söz 
konusudur. 
 
 Gazel, şarkı koşma, semai lirik şiire 
örnektir. 
 
2. Pastoral Şiir: Doğa güzelliklerini, kır ve 
doğa sevgisini, orman, yayla, dağ, köy ve 
çoban yaşamını, bunlara karşı duyulan 
özlemleri anlatan şiir türüdür. Şair doğa 
karşısındaki duygularını anlatıyorsa "idil", bir 
çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi 
anlatıyorsa "eglog" adını alır. 
 
3. Epik Şiir: Destansı özellikler gösteren 
şiirlerdir. Okuyanda coşku yiğitlik duygusu, 
savaşma arzusu uyandırır. 
 
 Kahramanlık, yiğitlik gibi konular 
işlenir. 
 
4. Didaktik Şiir: Bilgi vermek, öğretmek, öğüt 
vermek gibi öğretici amaç taşıyan şiirlerdir. 
 
 Ahlakilik hâkimdir, Kuru bir üslubu 
vardır. 
 
 Manzum hikâyeler ve fabllar hep 
didaktiktir. 
 
5. Satirik Şiir: Toplumdaki çeşitli düzensizlik 
ve bozuklukları yeren, taşlayan şiirlerdir. Halk 
edebiyatında "taşlama", Divan edebiyatında 
"hiciv" denir. 
 
6. Dramatik Şiir: Tiyatronun manzum şekline 
denir. Dramatik manzume, karşılıklı konuşma 
şeklinde yazılan manzumelerdir. 
 
Şiir Bilgisi 
 
Mısra (Dize): Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık 
nazım birimidir. 
 
Beyit (İkilik): Aynı ölçüde olan ve anlamca bir 
bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan 
nazım birimidir. 
 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
 
Ölçü (Vezin): Şiirde dizelerin hece sayısına 
veya hecelerin ses değerine göre bir uyum 
içinde olmasıdır. 
 
Hece Ölçüsü: Şiirde dizeleri oluşturan 
sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan 
ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler 
okunurken belli yerlerde durulur. Durulan bu 
yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda 
yer alır. 
 
Aruz Ölçüsü: Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve 
kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre 
düzenlenmesidir. Kısa heceler nokta(.) uzun 
heceler çizgi (-) ile gösterilir. 
 
İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa 
hecenin uzun sayılmasıdır. 
 
Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır. 
 
Serbest Ölçü: Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da 
uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz. 
 
Redif 
 
Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, 
anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, 
kelime ve kelime gruplarının tekrar 
edilmesine "redif" denir. 
 
 Örnek-1 
 Bizim elde bahar olur, yaz olur. 
 Göller dolu ördek olur, kaz olur. 
 Sevgi arasında yüz bin naz olur. 
 Suçumu bağışla, ben sana kurban. 
(Ercişli Emrah) 
 
Örnek-2 
 Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar, 
 Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar 
 Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. 
 Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. 
(F. Nafiz Çamlıbel) 
 
Kafiye (Uyak) 
 
Mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları 
aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, 
eklerin benzerliğine kafiye denir. 
 
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım 
gözümü, 
Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü? 
(Mehmet Akif ERSOY) 
 
 
 
 
 
Kafiye Çeşitleri 
 
1) Yarım Kafiye: Tek ses benzerliğine 
dayanan kafiyedir. 
Örnek-1 
 Ben çektiğim kimler çeker 
 Gözlerim kanlı yaş döker 
 Bulanık bulanık akar 
 Dağlarım seliyim şimdi (Kul Mustafa) 
 
Örnek-2 
 İstedim kendimi bu göle atam 
 Elimi uzatıp yavruyu tutam 
 
Örnek-3 
 Üstümüzden gelen boran kış gibi 
 Şahin pençesinde yavru kuş gibi 
 Seher sabahında rüya düş gibi 
 Çağıta bağırta aldı dert beni 
 
2) Tam Kafiye: İki ses benzerliğine dayanan 
kafiye türüdür. 
 
Örnek-1 
 Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum, 
 Kimdir o, nasıldır diye rüzgârlara sordum, 
 Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum 
 (Y. Kemal Beyatlı) 
 
Örnek-2 
 Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde 
 Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde, 
 Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde, 
 Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı. 
(Yahya Kemal Beyatlı) 
 
Örnek-3 
 On atlıya karar verdim yaşını 
 Yenice sevdaya salmış başını 
 El yanında yakar gider kaşını 
 Tenhalarda gülüşünü sevdiğim. 
 
3) Zengin Kafiye: Üç ya da daha çok ses 
benzerliğine dayanan kafiye türüdür. 
 
Örnek-1 
 Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk, 
 Soğuk bir mart sabahı.. Buz tutuyor her 
soluk (Faruk Nafiz Çamlıbel) 
 
Örnek-2 
 Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere, 
 Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere. 
(Orhan Seyfi Orhon) 
 
Örnek-3 
 Miskin Yunus biçareyim 
 Baştan ayağa yareyim 
 Dost ilinden avareyim 
 Gel gör beni aşk neyledi 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
10 
 
4) Cinaslı Kafiye: Anlamları ayrı, fakat yazılış 
ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime 
gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan 
kafiyedir. 
 
Örnek-1 
 Niçin kondun a bülbül 
 Kapımdaki asmaya 
 Ben yarimden vazgeçmem 
 Götürseler asmaya 
 
Örnek-2 
 Bilmem ki yaz mı gelmiş 
 Niçin açmış gül erken 
 Aklımı kayıp ettim 
 Nazlı yarim gülerken 
 
Örnek-3 
 Kendin çöz kendin tara 
 Değmesin el başına 
 Ben yarime kavuştum 
 Darısı el başına 
 
Kafiye Şeması 
 
Mısraların son seslerine bakılarak bir 
dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye 
düzenlerinin, mısralarının son seslerindeki 
düzene göre çeşitleri vardır. 
 
1. Düz Kafiye: "a a a b" "bbbc" "cc" "a a b 
b" olmalı. 
 
 İftardan önce gittim Atik-Valde semtine 
 Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine, 
 Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti 
 Bir tatlı intizara çevirmiş sukuneti 
 
2. Çapraz Kafiye: "a b a b" "cdcd" olmalı. 
 
 Hayran olarak bakarsınız da 
 Hülyanızı fetheder bu hali 
 Beş yüz sene sonra karşınızda 
 İstanbul fethinin hayali 
 
3. Sarma Kafiye: "a b b a" "cdcd" olmalı. 
 
 İhtiyar, elini bağrına soktu, 
 Dedi ki: "İstanbul muhasarası 
 Başlarken aldığım gaza yarası 
 İçinden çektiğim bu oktu. 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
III. ÜNİTE: SÖZLÜ ANLATIM 
 
1. KONFERANS 
 
Hazırlıklı ve plânlı konuşma türlerindendir. 
Herhangi bir bilimsel alanda, topluluk 
karşısında yapılan konuşmalara Konferans 
denir. Konferansı verecek kişi, kelimelerin 
telaffuzuna, (diksiyona) ve dil bilgisi 
kurallarına dikkat etmelidir. Verilmek istenen 
düşünceler; açık, anlaşılır ve orijinal 
olmalıdır. 
 
Konferans verilirken konuşmacı, yazdıklarını 
kâğıttan okumamalıdır. Sanki söyleşi 
yapıyormuş gibi konuşmalıdır. Arada sırada, 
yeri geldiğinde kâğıda bakmalıdır. Konuşmacı, 
gözlerini dinleyicilerin üzerine çevirmeli, 
böylece onların kendisini ilgiyle izlemelerini 
sağlamalıdır. Ayrıca, konuşmacı; temiz 
giyinmeli, ciddî olmalı, kibar davranmalı, 
güzel konuşmalıdır. Ses tonunu yerine göre 
ayarlamalı, vurguyu iyi yapmalıdır. Konferans 
verilmeden önce, bir başkası konferansçıyı 
bütün özellikleriyle dinleyicilere tanıtmalıdır. 
 
Konuşmacı; dinleyicileri sıkıcı ve bıktırıcı söz 
ve tavırlardan uzak durmalıdır. Ayrıca, el, yüz 
ve vücut hareketlerini konunun anlamına 
uygun olarak yerinde ve uyumlu yapmak 
zorundadır. Hatiplik yeteneği olmayan 
konuşmacıların, vereceği konferansın etkisiz 
ve başarısız olacağı da unutulmamalıdır. 
 
Konferansta dikkat edilecek bir diğer özellik 
de zamana uymaktır. Bir saati aşan 
konferansların dinleyici üzerinde etkisinin 
azaldığı bir gerçektir. Konferansçı, bu gerçeğe 
dikkat etmeli, bir saatten az bir sürede 
konferansını bitirmelidir. Ayrıca, konferansçı; 
yersiz, taşkın el ve kol hareketlerinin 
konuşmanın değerini düşürdüğünü 
unutmamalıdır. 
 
Konferans hazırlanırken öncelikle yapılması 
gereken iş, konferansın sunulacağı konuda 
geniş bir kaynak taramasına girişmek 
olacaktır. İncelenecek konuda 
ansiklopedilerden başlayarak değişik yazı ve 
incelemeler gözden geçirilmeli, böylelikle 
sağlam ve derli toplu bir malzeme 
hazırlanmalıdır. Bu malzemeye konferansçı 
kendi görüş ve düşüncelerini de katarak 
öncelikle konferansın plânını düzenlemelidir. 
 
Bilimsel toplantılarda söylenen ve akademik 
hitabet türüne giren söylevler (nutuklar) de 
konferans sayılır. 
 
 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
11 
 
Konferans plânı şöyle düzenlenebilir: 
 
(a) Hitap cümlesi. 
(b) Konunun sunuluşu. 
(c) Konferansın amacı. 
(ç) Konunun açılması ve anlatılması. 
(d) Sonuç. 
(e) Sorular ve cevaplar. 
 
Konuşmaya, konferansı düzenleyenlere ve 
dinleyicilere saygı bildiren ve iltifat edici 
sözlerle başlanmalıdır. Sonra konunun 
çerçevesi çizilmeli ve ortaya konmalıdır. 
Bundan sonra konuşmacı, amacına göre 
konusunu açmalı, o konudaki çeşitli görüşleri 
kırıcı ve tahkir edici olmayan ifadelerle 
belirtmelidir. 
 
Konuşmacı, bayağı ve argo sözler 
kullanmaktan kaçınmalıdır. Zaman zaman 
canlı örnekler ve fıkralarla, konuşma tarzının 
değiştirilmesiyle, ses tonuna verilecek iniş ve 
çıkışlarla dinleyicilerin dikkatini ve ilgisini 
uyanık tutmaya çalışmalıdır. 
 
Konferansta bir konunun bütün yönlerinin ve 
ayrıntılarının verilme-sinin mümkün olmadığı 
unutulmamalıdır. Konuyu fazla dağıtmak, 
dinleyicinin konuşmayı takip edememesine 
neden olur. Çok fazla ayrıntı, herkesi aynı 
ölçüde ilgilendirmeyeceği için dinleyiciyi 
sıkar. 
 
Konferans, anlatılanların kısaca özetlenmesi, 
maksadın verilmesi ve dinleyicilere saygı ve 
iltifat eden sözlerle bitirilmelidir. Sorulacak 
sorular da kısaca ve soranı incitmeden 
cevaplanmalıdır. 
 
Seminer 
 
Belirli bir bilim dalındaki gelişmeleri, belli bir 
bilgi düzeyine sahip kimselere tanıtmak 
amacıyla düzenlenen ve konunun değişik 
bölümleri, bu bilim dalında otoritesi ve 
yeteneği kabul edilen kişiler tarafından 
açıklanan toplantılardır. 
 
Yüksek öğretim kurumlarında lisans/lisansüstü 
öğrenci ve öğreticilerin katılımıyla yapılan 
seminerler, bu tanıtımın dışındadır. Bunlar 
yüksek öğretim kurumlarında, öğretim 
üyesinin yönetimi altında, öğrencilerin 
yaptıkları araştırmalarla ilgili rapor hazırlama, 
tartışma biçiminde yürütülen toplantılardır. 
 
 
 
 
 
2. Açık Oturum 
 
Konusunda uzman kişilerin bir masa 
çevresinde toplanarak tartışmasına Açık 
Oturum denir. 
 
Açık oturumda tartışılacak konu, toplumun 
tümünü ya da bir bölümünü ilgilendirmelidir. 
 
Açık oturum; bir salonda izleyici önünde ya da 
televizyon ve radyoda dinleyici önünde 
yapılmaktadır. Açık oturumda izleyicilerin 
sorularını almak ve cevaplamak da 
mümkündür. Bu takdirde açık oturum, 
"forum"a dönüşmektedir. Televizyon ve 
radyodan tartışmayı izleyen kişiler, açık 
oturuma telefon sorularıyla katılabilir. 
 
Açık oturum bir "başkan" tarafından yönetilir. 
Konunun ortaya atılması, giriş konuşmasının 
yapılması, soruların düzenli olarak sorulması 
vb. durumlar başkanın idaresinde yapılır. Bu 
nedenle, başkan, açık oturumdan önce plân 
yapmak zorundadır. Ayrıca, başkan; tartışma 
sırasında meydana gelebilecek tatsız ve çirkin 
saldırıları da önlemelidir. Oturum sonunda 
ise, ortaya çıkan karşıt ya da aynı düşünceleri 
özetleyerek oturumun genel 
değerlendirmesini yapmalıdır. Bu nedenle 
başkan, açık oturumun temel öğesidir. 
 
Açık oturumda bir yarışma havası yoktur. 
Başkan, konuyu belirtir, konuşmacıları tanıtır. 
Ele alınan konu ile ilgili bilgileri verir. Sonra 
konuşmacılara ara ile sorular yöneltir. 
Konuşmacılar da görüşlerini belirtirler. 
Gerekli bilgileri verirler. Bu arada diğer 
konuşmacılar da konuşmakta olanın sözlerini 
özenle dinleyip, gerekli notu alırlar. 
Gerekirse, konuşmacının bazı görüşlerine 
katılmadıklarını nedenleri ile birlikte 
belirtirler. 
 
Oturuma katılacak kişilerin konularında iyi 
hazırlanmış olmaları açık oturumun kalitesini 
artırır. Ayrıca, konuşmacıların diğer 
konuşmacılar ve izleyiciler karşısında saygılı 
olmaları da çok önemlidir. 
 
3. Sempozyum (Bilgi Şöleni) 
 
Belli bir konuyu aydınlatmak amacıyla, bilim 
adamı ve araştırmacıların bir araya geldikleri 
ve konuşmacıların konunun belirli bölümlerini 
sundukları, tartışmalı toplantılardır. Bir başka 
deyişle; ortaya konan konu hakkında aynı 
oturumda, çeşitli kişilerin yaptıkları 
açıklamalı konuşma türüdür. 
 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
12 
 
Bildiri sahiplerine ayrılan zaman oldukça 
kısadır. On dakikalık bir sürede 1500-2000 
kelime kullanma şansı vardır. Buna göre, 
hazırlanacak bildiri, dört sayfayı 
geçmemelidir. Cümleler, kolay anlaşılır 
biçimde düzenlenmelidir. Metni yazmadan 
önce ana başlıklar vurgulanmalıdır. 
Sunulabilecek yansı sayısı da 5-6 civarında 
olmalıdır. Ayrıca, bildiri metni, yayımlanmaya 
uygun biçimde hazırlanmalıdır. 
 
Sempozyumda her konuşma, ayrı bir 
hazırlıktır, fakat birbirini tamamlayıcı söyleşi 
ve içtenlik havası vardır. Konuşmalardan sonra 
konuşmacılar, birbirlerine konu ile ilgili 
sorular sorabilirler. Böylece sempozyumdan 
"panel" e geçilir. Daha sonra da tartışmalara 
seyirciler de katılırsa panelden "forum" a 
geçilmiş olur. 
 
Bildiri metni, şu bölümlerden oluşmalıdır: 
(a) Giriş: Araştırılan sorunun tanıtılması ve 
neden bu konunun ele alındığı, çalışmanın 
diğer çalışmalar arasındaki yeri. (yarım sayfa) 
 
(b) Deney: Malzeme ve yöntemin tanıtımı. (bir 
sayfa) 
 
(c) Bulgular: Bildirinin en önemli bölümüdür. 
Dinleyiciler tarafından beklenen yeni bilgi, 
belge ve önerilerin açıklanması ve 
tartışılması. 
 
Bildiri, konferans ile büyük ölçüde bir 
benzerlik gösterir. Bildiri, öncelikle bilimsel 
bir yazı türüdür. Oysa konferansta, bilimsellik 
yanında popüler bir hava söz konusudur. 
 
Bildiride her şeyden önce aranan özellik, 
bilimsel bir yenilik getirmiş olması ve orijinal 
bir konuyu ele almış bulunmasıdır. Bunun 
yanında bildiri, bilinen bir konuya yenilik 
getirme, değişik görüş ve düşüncelerle yeni 
tezler ortaya koyma, bu tezleri bilimsel 
delillerle doğrulama ya da bir önceki tezi 
çürütme gibi özellikleri de bünyesinde taşır. 
 
Bu değerlendirmeye göre, bildiriyi kısaca 
bilimsel bir konuda yenilik getirmek, orijinal 
bir buluş ortaya koymak amacıyla kaleme 
alınmış bir yazı türü olarak tanımlamak 
yerinde olacaktır. 
 
Bildiri de konferans gibi bir dinleyici topluluğu 
önünde okunur. Ancak bildirinin sunulduğu 
topluluk, o konuda az çok uzmanlaşmış 
kişilerden oluşur. 
 
Ayrıca, bildiride de konferans gibi konuşma ve 
hitap etme becerisi gözetmek gerekir. 
Konferansta zaman zaman hazırlanan 
metinden uzaklaşma söz konusu olabilirken 
bildiride metne bağlı kalma esastır. 
 
Konferansta sözünü ettiğimiz konuşmanın 
bitiminde yer alan soru ve cevap bölümü, 
bildiride konu çerçevesinde tartışma olarak 
ayrı bir özellik gösterir. 
Bildiriler, genellikle yayımlanan bir yazı 
türüdür. Bazen yabancı dillerde de 
yayımlanabilir. 
 
Bildiriler hazırlanırken kullanılan dil, uzmanlık 
dalının gerektirdiği terimler ve ifade yapısı ile 
de konferanstan büyük ölçüde farklılık 
gösterir. 
 
Son olarak, bildiride varılan sonuçlar ve ana 
noktalar özetlenerek ana düşünce bir kez 
daha vurgulanmalıdır. 
 
Üzerinde çalışılan metin; aralıklarla gözden 
geçirilmeli ve gerekli düzeltmeler yapılmalı, 
konuya hâkimiyet sağlanmalıdır. Metnin, 
kartlara aktarılması daha yararlıdır. 
 
4. Forum 
 
Bir başkanın yönetiminde, toplumu 
ilgilendiren bir konuda, farklı gruplardan 
oluşan dinleyicilerin söz sırası alarak konuşma 
kuralları içerisinde yaptıkları tartışmalara 
forum denir. 
 
Forum, panelin devamında yapılacaksa 
başkan, panelin süresini bir saat, forumun 
süresini de yarım saat olarak sınırlayabilir. Bu 
durumda panelden sonra forum yapılacağı 
konuşmalara başlanmadan duyurulmalıdır. 
 
Forum, toplu tartışmaların başlı başına bir 
çeşidi sayılmamakla birlikte, dinleyicilerin 
konu üzerinde daha aktif ve farklı bakış 
açılarıyla düşünmelerini sağlar. Foruma davet 
edilen uzmanların görüşlerine de müracaat 
edilerek ortaya çıkabilecek yanlış anlayışların 
önüne geçilir. 
 
Esasen forumdan amaç belli kararlara varmak 
değil, konuyu değişik anlayışlarla, farklı 
boyutlarıyla ortaya koymaktır. 
 
Forumda söz alan dinleyiciler, konuyla ilgisi 
olmayan özel sorunlarına değinmemelidir. 
Sorular kısa, açık ve net olmalı, tartışma saygı 
kuralları içerisinde, kırıcılıktan uzak, samimî 
bir hava içerisinde yapılmalı, tartışmadan 
beklenen amaca yardımcı olunmalıdır. 
 
 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
13 
 
5. Münazara 
 
Herhangi bir konu üzerinde zıt düşüncelerin 
karşılıklı olarak savunulmasına Münazara 
denir. Münazarada önemli olan "savunma" dır. 
Taraftarı az olan bir düşünce, iyi savunulduğu 
zaman çok kişi tarafından takdir edilebilir. 
Münazara için genellikle üçer ya da dörder 
kişilik iki grup kurulmalıdır. Gruplardan birisi 
işlenecek konuya olumlu, diğeri ise olumsuz 
yönden savunmalıdır. Yani, bir grup "tez", 
diğer grup ise "antitez" i almalıdır. Ayrıca, 
münazara yapacak kişileri değerlendirecek bir 
"jüri" seçilmelidir. Jüri, ya başlangıçta ya da 
münazara yapılacağı gün seçilebilir. 
 
Olumlu tezin savunulması, olumsuzdan daha 
kolay olduğu için, konuşmaya, olumlu tezi 
savunan gruptan biri başlamalıdır. 
Konuşmacıların savunmalarının gücü kadar, 
taraflı ve tarafsız dinleyicilerin gösterilerinin 
de jüri üzerinde etkisi bulunur. Ancak, taraf 
tutan dinleyicilerin, karşı taraf 
konuşmacılarının moralini bozacak nitelikte 
gösteride bulunmaları doğru değildir. 
 
Münazaraya katılacak kişilerle, jüri üyeleri 
münazara tekniği konusunda 
bilgilendirilmelidir. İki grup da kendi 
aralarında iş ve konu bölümü yapıp münazara 
gününe kadar hazırlıklarını tamamlamalıdır. 
Konuşmacılara, araştırma için en az 2-3 hafta 
süre verilmelidir. 
 
Gruptaki her kişi savundukları konunun değişik 
alt konuları hakkında konuşmak zorundadır. 
Birden fazla kişi, aynı alt konuyu savunamaz. 
Münazarada yazılı metne bakarak okuma 
olmaz. Savunulan konu; sözlü ele alınmalıdır. 
Konuşmacıların, konularını bir kâğıda yazıp 
okumaları çok yanlıştır. 
 
Münazarada etkili savunmanın önemli olması 
gibi, belli zaman içinde konuşmak da 
önemlidir. Bu nedenle konuşmacılara eşit 
zaman dilimleri verilmelidir. Bu zaman, 
genellikle 5-15 dakikadır. Ayrıca, münazarayı 
izleyen grup da çok önemlidir. Konuşmacılar; 
konularını savunurken izleyicilerin büyük bir 
sessizlikle konuları dinlemesi gerekmektedir. 
Konuşmacıların tutarsız bir düşüncesi, yanlış 
yerde yapılmış bir mimik hareketi 
izleyicilerde tepkiye neden olmamalıdır. 
İzleyiciler savunulan düşüncenin doğruluğunu 
ya da yanlışlığını onaylayacak davranışlardan 
uzak durmalıdır. Ancak, böylece jürinin doğru 
ve tarafsız değerlendirmesi mümkün olur. 
 
Jürinin, değerlendirmede dikkat edeceği 
özellikler: 
 
a) Türkçeyi kullanma gücü. (Diksiyon, vurgu, 
tonlama, kelime hazinesi, cümle kurma vb.) 
 
b) El, kol ve yüz hareketlerini yerinde 
kullanma. 
 
c) Savunmada inandırıcı olma. (Belgeler, 
istatistikî bilgiler, resimler, gazete ve dergi 
haberleri, güncel olaylarla örnekleme vb.) 
 
ç) Konuşmacıların fizikî özellikleri. (Temiz ve 
düzenli kıyafet, saç, sakal tıraşı vb.) 
 
IV. ÜNİTE: BİLİMSEL YAZILAR 
 
Bilimsel yazı, öğretme, doğruluk ve yenilik 
için yazılan yazı türüdür. Kendine özgü bir 
anlatım tarzıdır. Yazı, dile dayanır. Dil ortak 
anlaşma aracıdır. Belli kural ve tekniklere 
ulaşabilir. Bilimsel ancak dile dayandığı için 
sıkıcı veya anlaşılamaz olmamalıdır. 
 
1. Plan 
 
Bilimsel yazı birkaç sayfalık bir makale 
olabileceği gibi birkaç yüz sayfalık kitap da 
olabilir. Esas itibariyle teknik aynıdır. Yazının 
değil veya "Osmanlı'da Tıp" araştırması yapan 
yazarın a söze başlarken de denebilir. 
Önsözün ardından kısa veya uzun bir Giriş 
bölümü gelir. Giriş'te kitabın iskeleti anlatılır. 
Konular açıklanır, bilgi verilir. Buna methal de 
denir. Ana bölümlendirme Kısımlar ve 
Bölümler şeklindedir. Kitap Sonuç'tan sonra 
Ekler, Kronoloji, Bibliyografya, İndeks ile 
biter. Kitabın başında yazarın biyografisi, 
künyesi, teşekkür, kısaltmalar, resim ve şekil 
cetveli yer alır. 
 
2. Teknik 
 
Türkiye'de kullanılan karma usuldeki standart 
şudur: 
 
Yazar adı, Eser adı, (çeviriyse çevirmeni), 
Yayınevi, Yer ve tarih. Mesela Vikipedi 
hakkında Ahmet Sezer adlı yazarın kitabı şöyle 
gösterilir: Ahmet Sezer, Vikipedi, İstanbul 
2006. Burada araya giren ve ençok karıştırılan 
cilt, sayfa ve basımdır. Bunlar şöyle 
gösterilmelidir: 
 
Ahmet Sezer, Vikipedi, Viki Yayınları, C.1, 
İstanbul 2006, s.1. Eser çeviriyse eser adından 
sonra çevirmeni yazılır. Parantez kullanılmaz. 
Araştırma bir dergide çıkmışsa format şudur: 
 
Ahmet Sezer, "Vikipedi", Viki dergisi, Sayı:1, 
s.1. 12. SINIF DİL VE ANLATIM DERS NOTLARI 
 
14 
 
Yazının kaynakları metinde nasıl gösterilir? 
Bunun yaygın iki metodu vardır. Birincisi, 
açıklanan görüş daha önce söylenmişse yeni 
bir cümleyle anlatılsa dahi üzerine gönderme 
numarası konulmalıdır. Yahut kaynağı 
doğrudan alıntılamak ve üzerini 
numaralandırmaktır. Buna sayfa altı dipnotu 
metodu denir. Numaralar sayfa altında 
sıralanıp kaynaklar yazılır. Burada yazar ismi 
soyadından önce gelir, kitabın sonundaki 
soyadı sırasıyla karıştırılmamalıdır. 
 
İkinci gönderme metodu yaslanan görüşün 
veya alıntının yanına parantez açarak yazarın 
adı ve yayının tarihi verilir. (Sezer:2006) gibi. 
Bunun yukarıdakinden farkı dipnotlarının 
bölüm sonlarında verilmesidir, ancak sayfaaltı 
dipnotu yaygın olduğu üzere bu metod 
kullanılmasa, doğrudan metinde göndermeler 
numaralandırılsa da olur. 
 
3. Doğruluk 
 
Girişte belirtildiği gibi bir yazar daha önce 
başkalarının söylediklerini belirtmek 
zorundadır. Bu bilimsel namustur. Eğer 
başkasının görüşlerini alır ve gönderme 
yapmazsa bilimsel hırsız durumuna düşer. 
Buna intihal denir. Tesadüfen iki yazar aynı 
görüşü söylemiş olabilir mi? Eskiler buna 
tevarüd derdi. Olabilir ancak bilerek 
başkasının görüşlerini kendine mal etme zaten 
bilimsel ağda belli olur. 
 
4. Dil (Üslup) 
 
Bir yazarı olduran yahut öldüren dilidir. 
Mükemmel bir düşünce berbat bir dil 
yüzünden anlaşılmaz, okunmaz. Tersi de 
mümkündür, çok parlak, cafcaflı bir dille 
yazılmış ve bilimsel diye sunulmuş boş eserler 
görmek mümkündür. 
 
Yazar ulusal dili okulda öğrenir, ama bilimsel 
dili öğrenmesi yıllarını alır. O yüzden bilimsel 
yazı yazmak kolay değildir. Yazarın anadiline 
hâkim olması ön şarttır. Dilbilgisi ve yazım 
yanlışları düzeltilebilir ama mantık hataları 
düzeltilemez. 
 
Bilimsel yazı, jargon'dan kaçınmalıdır. Jargon, 
Webster's' daki tanıma göre: karışık, anlamsız, 
acayip, ilkel dil-teknik terminoloji-gizemli, 
dolaylı, uzun kelimelerle önemli hissi veren 
dil. 
 
Türkçede yazı dilinde -di'li geçmiş zaman 
kullanılır. -miş'li geçmiş zaman bürokratik bir 
dil olduğundan artık pek az araştırmada yer 
almaktadır. Görüşler ifade edilirken eskiden 
Biz'li anlatım yaygındı, bugün kimse "biz bu 
hususta şöyle düşünüyoruz" gibi çoğul bir ifade 
kullanmaz. 
 
5. Kaynak Gösterme 
 
Kaynakça, yararlanılan kaynakların 
dökümüdür. Metinde gönderme yapılan bütün 
kaynaklar sıralanmalıdır. Hangi kaynağın nasıl 
kullanıldığı yazarın inisiyatifindedir ancak 
metinde bahsi geçmeyen kaynakların 
gösterilmesi lüzumsuzdur ve okunduğu zannını 
vermek itibariyle ahlaki değildir. Bibliyografya 
yazar soyadına göre, alfabetik yapılır. 
 
 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol